İstanbul, yeni bir bienale daha kapılarını açıyor bu sene. 13 Ekim - 12 Aralık 2012 tarihleri arasında özellikle iki noktada, ama ek sergi ve etkinliklerle İstanbul'un çevresine dağılmış bir etkinlik 1.Tasarım Bienali.
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın (İKSV) koordinatörlüğünde yürütülen bu proje, artık İstanbul ile bütünleşmiş ve geçen sene 12.'si düzenlenen İstanbul Bienali'nden biraz daha farklı.
Bu sefer yelken açılan başlık "tasarım", ve ne kadar geniş olursa olsun bazı yönlerden alıştığımız bienallere kıyasla farklılıklar, hatta aykırılıklar barındırabilecek bir sergi.
Emre Arolat ve Joseph Grima'nın eş-küratörlüğünü yaptığı bienal 108 farklı projesi ile seyircilerine bugün kapılarını açacak. Ama bu açılıştan önce belki de bilinip hatırlanması gereken, ya da sıfırdan fark edilmesi yararlı olacak şeyler var, bunların üstünden geçmek lazım diye düşünüyorum:
İki ana sergi, 108 proje, birçok görüş
Unutmamak gerekir ki "tasarım", bazı noktalardan kesişimi olsa bile sanattan farklı bir çizgi üstünde ilerlemektedir.
Sanattan farklı olarak tasarım bir probleme çözüm arar, bu aşamada olmasa bile problemin analizi için yardım sunar.
Ayrıca tasarım birisi üretim, diğeri kullanıcı olmak üzere iki noktadan dünyaya, yani hayata bağlıdır. Bunlardan ayrı, uzakta ve sonsuz bir boşluk üzerinde tek başına incelenemez.
Bunun yanında tasarımın kategorileri sadece sektör olarak değil, aynı zamanda bakış açısı olarak da farklılık taşımaya müsaittir.
Yani endüstriyel tasarım ile butik takı tasarımı arasındaki fark aynı zamanda üretim, ele alınan problemler, kullanıcı kitlesinin temsili ve tanımlaması gibi konularda da farklılık gösterecektir.
Yani tasarım çatısı altında toplanılması, bu tür ana kalemlerde bile ortak noktada olunduğunu anlamına gelmeyebilir.
Bu nedenledir ki 1. Tasarım Bienali bir İstanbul Bienali değildir, böyle de bir beklenti ile gezilmemelidir. Kimi zaman insanı heyecanlandıran, ilham veren ve dokunup etkileyebilen çalışmalar olsa da, tasarım nedensellik ve sorun çözme açısından gerçeğe bağlıdır. Eserlerin insanda sadece kavramsal değil, gözle görülebilecek soru işaretleri bırakması beklenmekte aslında bu bienalden.
"Kusurluluk", "Özensizlik" değildir
1.Tasarım Bienali'nin teması "Kusurluluk/Imperfection" olarak belirlendi. Zaten bienalin tanıtım bilgilerinde de detaylı açıklandığı üzere mükemmelliğe sanayide yaklaşılan formlar ve çizgilerin yanında özenle kondurulmuş ama kusurlu olduğu bilinen çizgilerin var olması bir anlamda bu bianelin teması.
Ama burada ince bir çizgi çekmek lazım. Çünkü kusurluluk teması, bünyesinde kesinlikle özensizlik veya baştan savmalık gibi kavramları içermiyor.
Bir tasarımcı, mesleğinin özelliği gereğince kararını verdiği her şekilden, her renkten, her malzemeden, her dokudan sorumludur. Bu tür kararları mümkün mertebe bilinçli verir ve bu kararlarını da gerektiğinde anlatabilmelidir.
Mükemmel olarak nitelendirilen formlar, simetri gibi başka kurallar ise sanayinin imkanları ile "yapılabilir" olduğundan dolayı, eski üstünlüklerini bir nevi kaybetmişlerdir.
Kusurluluk burada dahil olur işte sahneye, objeleri bu mükemmel formlardan çıkartırken yine bilinçli olarak tasarlanan yüzeyleri, kumaşlar, gümüşleri ya da duvarları anlatır. Yani özensiz, son anda verilmiş kararlar sonucu gelmez oraya.
"Adhokrasi" ve "Musibet"
İki ana serginin isimleri bunlar. "Adhokrasi", "bürokrasi"nin tersi, yani tepeden gelen bir direktifler dizisi yerine alttan yukarıya doğru yaptırımın olması demek.
Joseph Grima zaten tanıtımında da bu konuya gerek "crowd funding", gerek "Kickstarter" gibi inisiyatif kullanılan kavramlarla dokunduruyor.
Emre Arolat ise "Musibet" ile şehirciliğin, TOKİ'nin, kentsel dönüşüm projelerinin gölgesinde şehrin değişimini geçmişten bugüne, mümkünse de ufak işaretlerle geleceğe taşımanın peşinde.
Ama burada, özellikle de küratörlerin sergilerini anlattıkları yazılar hakkında bir eleştiri yapmak lazım. Joseph Grima ne kadar kısa cümleler, ne kadar bilindik kavramlar, ne kadar öz ve anlaşılabilir bir dil seçmiş ise Emre Arolat o kadar uzayan, o kadar zor cümlelere ait, o kadar zor bir dil kullanmış.
Daha ilk hamleden bu bienalin yine "o kitleye" ait bir çalışma olduğunu hissettiriyor insana; halbuki amaçları arasında "...kamuoyunda tasarım farkındalığını arttırmak" olsa bile. Özellikle kullanılan dilin yine kitleyi sınırlayacağına ve bunun zengin polo kulüp etkinliklerinden farksız olacağına dair bir korkum var.
Son olarak ise, unutmamak lazım ki bu Birinci Tasarım Bienali. Bu iki ismin elinden çıkan bienalin kesinlikle uluslararası tasarım ve mimarlık bienallerinden ders çıkardığını tahmin ediyorum ve ilk olmanın ağır sorumluluğunu taşımasını gönülden diliyorum.
Herkese iyi gezmeler efendim... (SK/EKN)