Sinema öyle veya böyle uzak veya yakın tarihe her zaman el atmıştır. Bunun örneğini Sovyet Sineması'nda Eisentein'in 1905 Devrimi, Potemkin Zırhlısı, Korkunç İvan filmlerinde, Elia Kazan'ın Meksika devrimini anlatan Viva Zapata filminde, D.W. Griffith'in Bir Ulusun Doğuşu gibi dünya sinemasına ait filmlerde gördüğümüz gibi Türk Sineması'nda da görürüz.
Türk Sineması'nda da ilk yıllarından itibaren Türk tarihinin farklı dönemlerine ait birçok film yapıldı. Osmanlı öncesi Türk tarihi, Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş, yükseliş, gerileme ve dağılma dönemleri, kurtuluş savaşı, cumhuriyetin kuruluş yılları, sonrası ve yakın dönemi anlatan birçok film çekildi. Bu filmlerde tarihsel öykü daha çok tarihi kişiliğe sahip bir 'kahraman' etrafında anlatılır.
Kartal Tibetli Tarkan filmleri ve Çetin İnanç, Süreyya Duru, Mesut Uçakan, Natuk Baytan gibi yönetmenlerin yönettiği Cüneyt Arkınlı Malkoçoğlu, Battal Gazi, Kara Murat serili filmlerde bu durumu görebiliriz. Türk Sineması'nda tarihsel dönemi anlatan en son film olarak 17 milyon dolarlık bütçesiyle 16 Şubat günü saat "14.53"te gösterime giren 'Fetih 1453' vizyondaki yerini almıştı.
Tarihsel filmler bir tarihsel dönemi görselleştirerek geniş kitlelere ulaştırır; bununla da kalmayıp geçmişe ait bir algı da oluştururlar. Böylece egemen olanın düşüncesi sinema ile yeniden üretilir.
Bu tür filmler yapılırken akla hayale sığmayacak 'gerçekler' de sinemada yansımasını bulur. Tek bir kahramanın büyük bir orduyu nasıl da dize getirdiğini, herkesi kılıcıyla, silahıyla bir bir haklayıp köyü/kasabayı/şehri/ülkeyi/devleti ve sevgilisini kurtardığını görürüz. 300 Spartalı filminde üç yüz tane anlı şanlı adamın Pers ordusunu ve Darius'u nasıl hezimete uğrattığını ya da Rambo filmlerinde Amerikalı kahramanın nasıl da Vietnam'ı dize getirdikten sonra yenilen halkın kadının yanaklarına 'öpücük" kondurduktan sonra mutlu, mesut bir şekilde ülkesine döndüğünü de görmüştük. Bu tür filmlerle tarih yazıcılığının sinemasal olarak da bir daha nasıl 'çarpıtıldığını' da haliyle görmüş oluruz.
Kahramanların anlatıldığı filmler olduğu gibi devrim tarihinde önemli yer tutan o devrimin ve devrimde rol almış kişilerin karikatürleştirildiği, absürd hale getirildiğini, çarpıtıldığı filmler de yapıldı.
4 Temmuz Çarşamba gecesi işte böyle bir "çarpıtılma" ile karşılaştık bir daha. CNBC-e ekranlarında "gerçek öyküler" adı altında Ivan Passer'in yönettiği ve başrollerinde Robert Duvall (Stalin), Julia Ormond (Nadejda), Maximilian Schell gibi oyuncuların oynadığı 1992 yapımı 166 dakikalık "Stalin" adlı film gösterildi. Film bir hayali gerçekleştiren ülke olan Rusların Ekim Devrimi'ni, İç Savaşı'nı, o devrimin önderi olan Lenin'i ve sonrasında başa geçen Stalin'i ve yaşananları anlatıyordu ya da anlatmaya çalışıyordu.
Film Stalin'in kızı Svetlana'nın (Yahudi asıllı olan annesi -Stalin'in eşi- Nadejda intihar etmişti ve bu yüzden Stalin'den ve Sovyet rejiminden nefret ediyordu. Hatta Rusça konuşmaktansa İngilizce konuşmayı seçti ve ölene kadar da ABD'de yaşadı) dış sesinden aktarılarak anlatılıyordu. Böyle yapılarak aslında filmin bir biyografik film olma "gerçekliği" kanıtlamaya çalışılmıştı izleyicilerin gözünde.
Kızı Svetlana, babası Stalin'in yoksul bir Gürcü ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldiğini, iyi bir avcı olduğunu, bu özelliğinden dolayı "Koba" diye herkes tarafından çağrıldığına dair bilgileri vermesiyle başlıyor film. Daha sonra Rus Devrimi, İç Savaş, Lenin'in ölümü ve sonrasında başa geçen Stalin'in yaşamı belli tarihsel parçalara bölünerek Svetlana'nın ağzından anlatılıyor.
Biz izleyiciler 166 dakika boyunca bir dönemi ve o döneme damgasını vurmuş birini izlemeyi düşünürken "gerçekliğin" nasıl da ters yüz edildiğine tanık oluyoruz.
Robert Duvall'in Stalin'i canlandırdığı film, Hollywood'un tornasından geçmiş. Hollywood'un seyirciyi düşündürtmeyen, sorgulatmayan sineması ile Avrupa Sineması'nın birey odaklı sinemasının filmlerine "alıştırılmış" seyirci için bu anlatılanlar "gerçek" olarak görülebilir. Ama bu gerçeklik Slavoj Zizek'in deyimiyle "gerçeklikteki kara bir delik" gibi durur.
Evet, Stalin, "anlatılanlar senin hikâyendir" sözündeki milyonların hayalini hayal kırıklığına uğrattı. Evet, Stalin, sosyalizm devrimini birlikte gerçekleştirdiği Troçki'yi sürgün etti. Komünist Parti içinde kendisine muhalefet edecek insanları "tek adam" ideali uğruna da öldürdü, sürgün etti. Evet, Stalin, sosyalizmin ulaşmadığı/gitmediği yerlerde yüz binlerce Rus köylüsünü "Büyük Temizlik" adına da öldürttü. Evet, Stalin bunların hepsini yaptı.
Peki, gerçeklik nasıl ters yüz edilir. Peki, bir hayal nasıl gülünç hale getirilir. Bir lider nasıl karikatürleştirilir.
İşte film bunları yapıyor.
Stalin'i küçük kızının etek boyu ile uğraşan bir lider haline getiriyor. Stalin'i Amerikan filmlerine sevdalı/hayran biri haline getiriyor. Stalin'i kendi hırsları, korkuları için kendi gölgesi dâhil herkesten şüphelenip komplolar, entrikalar, hileler, oyunlar çeviren haline getiriyor. Stalin'i gülünç, komik, şaklabanlıklar yapan biri haline getiriyor. Öyle ki filmin son sahnesinde öldüğünü bildiğimiz ama bir türlü "ölmeyen" Stalin'in Türk Sineması'nda özellikle de Kemal Sunal filmlerinde görmeye alışık olduğumuz gibi ölüp ölüp dirilmesi onun ölürken de ne kadar komik olduğunu göstermesi açısından da ilginç sahnelerdi!
Film bize ayrıca sosyalizmin gelecek vaat etmeyen bir sistem olduğunu da anlatmayı unutmuyor. Sosyalizmi insanlara ölüm, acı, yoksulluk, ihanet getiren bir algı haline getiriyor.
İşte film bu ve daha birçok şeyi ters yüz ederek "gerçeklik" algısı yaratmaya çalışıyor. Bunu da kitleleri toplu olarak etkileyen sinema(sal) yoluyla anlatarak bir dönem ve o dönemin kahramanları hakkında yeniden bir algı yaratmış oluyor.
Sinema-tarih ilişkisi hep olacaktır. Çünkü tarihsel filmler yapmadaki ilk amaç ticari kârdır. Savaşan atlı askerler, çarpışan ordular, bol kavgalı kanlı filmler, araya sıkıştırılmış romantik aşklar, entrikalar, ihanetler, hile ve oyunlar, komik, absürd, şaklaban liderler ve o liderlerin getirdiği sistemler görsellikler sunarken asıl amaç para kazanmak. Bu durum hem Avrupa Sineması'nda hem de Hollywood Sineması'nın temel özelliği. Ve geniş kitlelerce izlenmesi için film her daim egemen olanın dili kullanır; İngilizce. Bunun için film boyunca Lenin dâhil bütün Rus halkı İngilizce konuştu.
Tarihsel filmler yapmadaki diğer bir amaç da ideolojiktir. Bütün ulus devletler kendi ideolojisini/tarihini sinema aracılığıyla yeniden üretmekle kalmaz bir "öcü" haline getirdiği "öteki"nin düşüncesini de kitlelerin algı dünyasında yeniden dönüştürür.
Bu bakımdan Troçki'nin deyimiyle 'sinema en iyi propaganda aracı' olarak kullanılır.
Farklı dönemleri, savaşları, o savaşların kahramanlarını, devrimleri onun öncesini ve sonrasını anlatan filmler ile yakın dönemi anlatan onlarca film çekildi ve çekilmeye devam edecek. Çünkü 'algı'nın bütün sistemler tarafından yeniden ama yeniden üretilmesine, dönüştürülmesine her zaman ihtiyaç vardır. (KT/HK)