Cümleten meraba,
Bilinen hikayedir; hani yüklü deveye sormuşlar, ‘İnişi mi seversin, yokuşu mu?’ diye.. Çöl, sıcak, yük; garibim deve bezgin ve yorgun cevaplamış, ‘Bunun düzüne kıran mı girdi?!..’!
Benimki de öylesi oldu biraz. Beyaz Nil kenarında çamur-bataklık, safi sıcak-rutubet Akobo - Güney Sudan’dan döndüm. Ve şimdilerde de, Kızılhaç-Cenevre‘den (ICRC: International Committee of the Red Cross) gelen acil çağrı üzerine Maiduguri – Nijerya’yadayım. Ülkenin kuzeydoğusunda; Çad, Kamerun ve Nijer ile sınırdaş Borno eyaletinin çöl kenarındaki başkentinde, diğer ifade ile eşittir sıcak, toz-duman Maiduguri’de.
Eski çağlarda bölge ve kıta ticaret yollarının üzerindeki en büyük yerleşim yerlerinden biri olan Maiduguri bugün de eyalet başkenti olarak önem arzediyor. Ancak, bilinirliği ve ün denilebilirse “ün”ü çok daha farklı bir nedene dayalı: Boko Haram’ın yaygın ve hakim olduğu bölgenin merkezi ve çoğu eyleminin gerçekleştiği şehir olmak.
“Eğitim haram!”
“Klasik” bir Afrika ülkesi olarak birçok farklı etnisiteyi içinde barındıran Nijerya’nın; Borno eyaletinde de çokluk Kanuriler ve Hausalar var. "Boko" yerel dilde ‘taklit’ anlamında bir söcük. Ama bu bazda batı tip eğitim, seküler eğitim mealinde kullanılıyor. Haram da, bildiğiniz harama tekabül etmekte. Kısacası, selefi anlayışta dersek pek de yanlış olmayacak örgütün seçtiği adın meali "Eğitim haram"!..
Salt peygamber ve kuran diyen, eğitimin insanları İslam’dan uzaklaştırdığını savunan Boko Haram doğrudan ve dolaylı olarak eğitim, eğitim kurumları ve öğrencileri de hedef almakta. Kırsaldan ziyade kent ve kasabalarda üniformalı-sivil ayrımı yapmaksızın saldıran ve Arapça diğer adı “Dava ve cihad için sünniler” diye çevrilebilecek örgüt, bizde ve batı medyasında genelde okul basma ve çok sayıda kız öğrenci kaçırma haberleri ile gündeme geliyor. Oysa yerleşim birimlerine sızıp toplu yaşam alanlarında neredeyse hemen her gün bir yerleri bombaladıkları da bir vakıa. Sonuçta her Allah’ın günü ve gecesi yalnızca Nijerya’da değil; Çad, Kamerun ve Nijer’de de çok sayıda insanın ölüm ve yaralanmasının müsebbibi Boko Haram.
Araba plakalarında sloganlar
Bu açıdan bakıldığında başka bölgelerinde de sorunlar olmakla beraber, Nijerya’nın en karışık ve kanlı bölgesi Borno eyaleti. Bu noktada “ironik” bir hali belirtmeden geçemeyeceğim. Nijerya’da taşıt plakaları değişik: Düz beyaz plakanın zemininde ince yeşil çizgilerle bir Nijerya şekli var, koyu mavi numaralar onun üzerinde yer alıyor. Plakanın alt kenarında Nijerya Federal Cumhuriyeti yazmakta. Üst kenarda ise iki şey yazılı. Önce kalın siyah ve büyük harflerle araç-plaka hangi eyalete aitse onun adı yer alıyor. Eyalet adının altında ise ona özgü -ki bu yüzden plaka okumak merak oldu bende- resmi bir slogan! Mesela federal başkent Abuja’nın ki “Birliğin merkezi” şeklinde basılı! Ve eyaletle değişen plaka sloganları: Lagos: Mükemmeliyetin merkezi, Yobe: Sahel’in gururu, Bauchi: Turizmin incisi… İroni demek durumunda kaldığım hal ise Maiduguri’yi de kapsamakta olan Borno eyalet plakasında yazılı olan: Barışın yuvası!..
“Insha Allah”
Genellemeler insanı genelde yanlışa götürür, biliyorum. Ama Güney Sudan gidişlerim sırasında gözlemlediğim bir hale burada da tanık olmak, burun karıştırmanın Sahraaltı Afrika kültüründe normal karşılandığını düşündürtmeye başladı bende!.. Yer, zaman, mekan hiç farketmiyor, her an “derin sondaj”lara girişebiliyor insanlar! Vaz geçtim çarşı-pazar, meydandan, hastaneden; iki vaka arası hasta değerlendirmesi yapmaya çalışıyorsunuz, bir bakıyorsunuz muhatabınızın burnuna sokup çevirmeye başladığı parmağı kafasındaki ameliyathane bonesini havaya kaldırmak üzere!.. E, bir şeyler buluyorlar mı, bulduklarını çıkarıyorlar mı, çıkardıklarını ne yapıyorlar?!.. Valla ben o noktadan gerisini görmedim, bilmiyorum!..
Ayan beyan ortada olan bir diğer hal de 2019’da yapılacak seçimler. Insha Allah! Yollarda orta refüj ve kaldırım yan taşlarına varıncaya dek her yer afişler ve muhtelif yerleşimli devasa panolarla dolu… Görülen o ki partilerden çok, kişiler ön planda. Bizden fark, pankart hiç görülmüyor ortalıkta. Flama, bayrak ise çok az. Benzer olan ise; eyalet meclisine aday olanların afişlerinde kendi resimlerinden önce yer alan kafanın eyalet valisininki oluşu. Bizim duvarlardaki ve/veya kolonlar üzerindeki büyük panolara bakın, hah işte aynı öyle! Bir diğer benzerlik de, dini söylemin afişlerde ve büyük panolarda mutlak yer alıyor oluşu. Olmaza olmazı da “Insha Allah” ibaresi.
“Aynen!” olduğunu gözlemlediğim bir diğer hal de, “seçim – yol/kaldırımlar” mevzuu. Hastane güzergahımız anacaddelerden geçiyor. Yolu bölen orta refüj kırmızı-beyaz, kilittaşı tabir edilen taşlarla kaplı idi. Sorunsuz ve düzgün görünüyorlardı. İki hafta önce sökmeye başladılar. Şimdilerde ise aynı taşların yenilerini tek renk kırmızı olarak tekrar döşüyorlar! Ayrıca “yoğun” asfaltlama çalışmaları da başladı!
Sokağa çıkma yasağı
Ramazan yüzü suyu hürmetine durulma eğilimine girmiş olsa da; yaygın patlamalar nedeniyle bizim insan içine karışmamız yasak. En son üç hafta önce çevre köylerde kadın sağlığı çalışmasına çıkan Afrikalı üç Kızılhaç ebe-hemşiresinin Boko Haram tarafından kaçırılması ve halen de bir haber çıkmaması nedeniyle iş biraz daha sıkı tutuluyor. Zaten çatışma hali nedeniyle var olan 07.00 – 22.00 arasındaki resmi sokağa çıkma yasağı Kızılhaç tarafından 07.00 – 19.00 olarak uygulanmakta. Hastane – Merkez delegasyon – İki yerleşke arasında geçiyor zaman. Ortam ve insanlarla temasımız belirli yer, zaman ve mekanda izin verilen kısa pazar alışverişi hariç gidiş gelişler esnasında oluyor, öyle de denilebilirse eğer.
Trafik ve “Ke-ke”ler
Trafikte çok az yeni, inanılmaz sayıda hurda-hışır araç var. ABD ve Avrupa’nın eskimiş araçları boşalttığı ana ülkelerden birisi olduğu belirtiliyor Nijerya’nın. Küba’nın “Cacoon/Koza” taksileri, Pakistan’ın “Tuc-Tuc”ları misal burda da “Ke-ke” denilenler var. Bir aralar bizde de boy gösteren, hatta en büyük “kurban”ı da eski PTT olan “triportör”lerin bir diğer varyasyonu. Karbondioksit emisyonu pek iyi gözükmüyor ama insanların ulaşım problemine deva olduğu aşikar. Teorik olarak şoförün yanına bir, arka tahtaya üç kişi oturur anca. Geçen hafta hastane dönüşü yakın bakım (HDU) hemşiremiz David’e yol kenarındaki satıcıdan sigara almak için durduk. O ara, önümüzdeki “ke-ke”den, her ne kadar inceyseler de tam 10 (yazıyla on) çocuğun indiğini görünce; aklıma ilk gençlik yıllarımızda dayımın Anadol’una, tüm Sungurlu Gençlik elemanlarının salt muhabbet olsun diye tıkışıp binmeleri geliverdi birden.
“Tıpkı komünist gibi konuşuyorsun”
Borno eyaleti sağlık bakanlığına ait Maiduguri Devlet İhtisas Hastanesi (SSHM)’nin iki koğuşu Uluslararası Kızılhaç’a verilmiş durumda. Anestezist, Cerrah ve ameliyathane hemşiresinden mürekkep iki mobil cerrahi tim (MST) olarak iki ameliyathanede çalışıyoruz. Herkese yetecek kadar vaka var nasıl olsa! Cerrahlardan Etiyopyalı Alaje ile Akobo’da çalışmıştım. Hemşirelerden Eric ile de bir önceki Kodok seferinden bilişiyoruz. Ayrıca Juba’dan bildiğim eğitim hemşiresi Rochelle’i de ekleyince, ekip yabancı sayılmaz diyebilirim. Diğer cerrah Kosta(ntin) ile burda tanıştık. Rus ama “Simferepol”de yaşıyor ailesiyle. Geçenlerde sohbet ediyorduk, genelde yardım çalışmaları üzerine. Ben; balık vermek-balık tutmayı öğretmek, yapı, sistem… bir minval anlatıyorum kendi düşünce ve yaklaşımımı. Bu birden sözümü kesti, ‘Ama Ercan’ dedi, ‘kusura bakma ama sen de tıpkı komünist gibi konuşuyorsun!’… Ne diyeyim, güldüm sadece!.. Evet böylelikle “ML ve hatta Stalinist!” bir cerrahım olduğunu öğrenmiş oldum. Olagelenlere kafası bozuldukça veya ben damarına bastıkça; her bir sözcüğe ‘ze’ ekleyip ki kendi de farkında değil öyle dediğinin yardırıyor bizim son Stalinist Kosta…
Soyadı “Dzhansyz” imiş Kosta’nın! Tanıdık değil mi?!.. Evet, bildiğiniz Cansız! Osmanlı dönemi Yunanistan’ına uzanıyormuş atalarının kökeni. Sonra göç etmişler Ukrayna’ya. Mutad üzre benim adım üzerine kaynatılırken anlattı. Ha, benimki ne iş derseniz, “eski” hikaye!
Şimdi insanların, adımın Türkçe yazılış ve okunuşuna dair bir fikirleri yok doğal olarak. Sonuçta İngilizce olarak bakıp, “Erken” falan gibi bir şeyler yazıp söylüyorlar genelde adımı zikrederken. Doğrusunu söylediğin zaman da inanılmaz bir telaffuz zorluğu söz konusu oluyor hep, niyeyse?!.. En babayiğidi “ağr’caan” gibi bir şeyler çıkartıyor! Hayır, ofis işleri ile başediliyor bir şekilde de, asıl mevzu araçla hareket. Kural olarak sürücü her yolculuk öncesi telsiz merkezine aracı, rotayı, sürücüyü ve yolcuları anons edip onay aldıktan sonra hareket edebiliyor. İşte bu noktada patlıyor hikaye. Garibim şoför anlamıyor, üç-beş kez söyleme sonrası anladığını, anladığı şekilde anons ettiğinde bu sefer merkez anlamıyor, anlamadığı sürece öyle bir isim kayıtlı değil diye onay vermiyor, sen ve seninle olanlar gidemiyor, gelemiyor, bu iş her seferinde böyle oluyor, sen ofluyorsun, millet pufluyor… Memlekette soyadım bela olur başıma! Tek söyleyişte doğru anlayıp yazabilen olmadı henüz. Türeli, türedi, tereci.. pideci bile olduydu! Dışarıda da adım! Eh, bu saatten sonra ikisini de değiştirebilecek halimiz de yok! Napıcam bilemiyorum bazen!..
Neyse, hiç olmasın ama olacaksa da dilerim en büyük derdiniz bu kadar olsun.
Önce tozu dumana katıp ulu ağaçları eğen, hemen ardından bardaktan boşanırcasına bir yağmuru ekleyip yıldırımlarla birlikte yeri-göğü birbirine katan; yarım saat içerisinde bütün bunları yapıp sonra adeta hiçbir iz bırakmadan çekip giden sahra rüzgarları ile selam olsun hepinize…
Ercan,
03/06/2018, Maiduguri – Nijerya
Hamiş: Awami Mallam. 22 yaşında asker. Mangasıyla beraber dün akşam Afrika’da “bush” olarak adlandırılan bodur ağaçlar ve yüksek ot-çalılarla kaplı arazide devriyede imişler. Üzerlerine ateş açılınca askeri pikabın sürücüsü aracı hızlandırmış. Tam o anda da Awami aşağı düşmüş. Manga korku ve panikle durmayıp uzaklaşmış. Bu sabah hava aydınlanınca bir grup asker dün akşamki noktaya tekrar gitmiş. Awami’yi bilinci bulanık, yatar bulmuşlar. Hiç yarası yok!
Mektubu Pazar sabah erkenden bitirmiştim. 10.00’da nöbetçi ekibi olarak hastaneye gittik. Acildeki hastaları kontrol ederken getirdiler Awami’yi. Solunum yok hükmünde, nabız yok, göz bebekleri büyümüş… Müdahale ettik; genç, bir umut belki diye. Zayıf da olsa bir nabız ve bozuk ritim çalışan kalp ile önce geri döner gibi oldu. Yakın bakım ünitesine aldım. Solunum aygıtına bağlayıp gerekli diğer işlemleri yaparken tekrar sıfırladı ve bir daha da geri dönmedi.
Yerleşkeye geri döndükten yarım saat sonra Sınır Tanımayan Doktorlar’ın (MSF) bize sevkettiği, 6 yaşında ama 14 kg olan ve septik şoktaki kız çocuğu için tekrar hastaneye giderken sabahtan beri kafamda dolaşan düşünce yoğunlaşınca paylaşmak istedim: Adı bile ürperticidir ölümün... Kolayı, iyisi, güzeli yoktur ya, bu da nasıl bir ölüm?!.. Askersin, kurşun yemediğini biliyorsun ama yanlış giden bir şeyler var; nefesin daralıyor, gözlerin kararıp elin-ayağın çekilir gibi oluyor. Bilmediğin; düşüp yere çarpınca kırılan kaburgaların, yırtılan damarların sonucu kan ve havanın akciğerlerini çevreleyen boşluğu doldurup seni soluksuz bırakıyor oluşu ve iç kanama nedeniyle adım adım şoka giriyor oluşun. Düşündüm de; bunları bilmese de, asker olarak ortamı ve koşulları bildiği için, akşamın bu vaktinden (arkadaşları olayın 17.00 sularında olduğunu söyledi) ertesi sabah hava ağarıncaya kadar, en az 12 saat kimselerin kendisi için gel(e)meyeceğini biliyordu Awami. Klinik olarak denilebilecek olan; garibimin uzun süre mücadele ettiği ve gücünün arkadaşlarının onu bulmasından çok kısa bir süre önce tükendiği. Peki orda saatlerce çaresiz yatar ve beklerken; ağrısı ve muhtemelen karışık hissiyatı bir yana, kan basıncı düşüklüğü ve oksijen yetersizliği nedeniyle kendinden geçinceye dek ne düşündü?!.. Arkadaşları onu almaya gelmeden öleceğini mi yoksa sabah kadar dayanabilip, kurtulabileceğini mi?!.. Ya da ateş edenler tarafından fark edilip bu kez kesinlikle öldürüleceğini mi?!.. (ET/HK)
Karanlık gece boyunca gök kubbede yıldızlar, altında “tek” sen!.. Öylece yattığın yerde 12 saat değil 12 dakika bile olsa, bir insanın yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgide çaresiz salınır olması ve süreci bizatihi izlemek, yaşamak mecburiyetinde kalması nasıl hissettirir, ne düşündürür?!.. Peki bu nasıl bir ölümdür?!.. Bu ne kadar zor, aynı zamanda bir o kadar da hüzün verici bir ölümdür gerçekten... Hal böyleyken, hayatın değeri nedir peki?!..