Burcu Karakaş kitabına adına “Manşetleri Gör Aklını Kaçırırsın” demiş. Kitapta 1990’larda gazetecilik yapan 11 gazeteci ile konuşmuş. Kitabın adını görür görmez, bu cümleyi etse etse Tuğrul Eryılmaz etmiştir, diye aklımdan geçirmiştim. 11 gazeteci, hepsi tanınmış isimler. Burcu Karakaş kitabına Ayşenur Aslan ile başlamış ve sırasıyla Celal Başlangıç, Mete Çubukçu, Mehmet Y. Yılmaz, Doğan Akın, Ruşen Çakır, Nurcan Akad, Ragıp Duran, Rıdvan Akar, Özcan Sert ve Tuğrul Eryılmaz ile yaptığı röportajları derlemiş.
Kitap Tuğrul Eryılmaz’ın kitaba adını veren tiradıyla bitiyor. Kitabın adı da bu bölümden çıkmış zaten. “Anmasan olmaz” türden bir bölüm bu.
Şöyle diyor Tuğrul Eryılmaz:
“OHAL Valisi Hayri Kocakçıoğlu, ‘Türk medyası Doğu sorununda tıpkı bir milli maç anlatır gibi tavır almalıdır’ diyebildi ve biz bunu yedik. 1990’ların manşetlerini gör, aklını kaçırırsın. İnanılmaz bir korku hâkim. ‘Doğu sorunu’ diyorsun. Uzunca bir süre biz ‘Güneydoğulular’ dedik. ‘Güneydoğu sorunu’ diyor. Nedir bu? Pirinçleri mi az geldi, patates mi yetişmiyor memlekette? Sonra Kürt sorunu tırnak içinde kullanılmaya başlandı. Tırnak sonra kayboldu. Kürt diyemiyorsun. Bu nedir ya? Biz de korkak davrandık. Kürtler hep yalnız bırakıldı. Bilmiyorduk. Öğrendik, korktuk. Korkumuzu yeninceye kadar zaman geçti.”
Burcu Karakaş ile kitabını konuştuk; nerden çıktı bu kitap, nerden geldi aklına, isimleri nasıl belirledin gibi sorulmuş soruları es geçtik; dolayısıyla daldan dala atlayan bir sohbet oldu.
Aslında bir gazeteciye 90’lı yılların OHAL şartlarında nasıl gazetecilik yapıldığını neden merak ettin, diye sormak abesle iştigaldir. Lakin sormadan da olmaz. Şöyle yanıtlıyor bu soruyu:
“90'larda gazetecilik üzerine bir çalışma yapma fikri Gezi dönemi ortaya çıktı. O dönem sansür ve otosansür meseleleri çok konuşulur olmuştu. Buradan yola çıkarak Kürt meselesine uygulanan sansürü yansıtmak istedim. Tabii ben kitap için görüşmelere başladığımda çözüm süreci vardı. Ölümler yeniden başlamamıştı. Ancak kitabı bitirene kadar siyasi konjonktür tamamı ile değişti. Bugün baktığımda bazen ‘Ben ne anlatmışım, bugün neler oluyor’ diye düşündüğüm oluyor açıkçası.”
Merak ettiğim konulardan biri de konuşacağı gazetecilerin nasıl seçtiğiydi:
“Kitapta Kürt gazeteciler yok çünkü özellikle İstanbul ya da Ankara'da yazı işleri masalarında bir süre bulunmuş olanların nasıl hareket ettiğini ya da edemediğini yansıtmak istemiştim. Neticede konuşan herkesin ya kendilerine ya da o dönemki gazeteciliğe dair öz eleştiri verdiğini düşünüyorum. Bunun kıymetli bir durum olduğu kanaatindeyim."
Mesleğine saygı duyan her gazeteci 90'larda gazeteciliğin OHAL sınırları içinde hangi koşullarda yapıldığını, yaşanan zorlukları filan okumuş, dinlemiş olmalı. Burcu Karakaş’ın da onlardan biri olduğunu biliyorum. Ne kadar anlatılırsa anlatılsın, okunursa okunsun “yok artık daha neler” diye tepki verdiğimiz yeni şeyler çıkıyor sürekli.
Burcu Karakaş’ı en çok şaşırtan ise Celal Başlangıç’la konuşurken ortaya çıkmış:
"Korucu astıran gazeteci var. Örgütten rica ediyor, korucu astırıyor ve onu haber yapıyor. Ana akım medyada çalışan bir gazeteci bu.
“Böyle demişti Celal abi. Ve bu insanın halen ana akım medyada çalıştığını eklemişti. Yeterince şaşırtıcı sanırım!"
Benim merak ettiğim tam da Eryılmaz’ın vurguladığı OHAL yönetimiydi. İkinci üç aylık dönemine girdiğimi OHAL günlerini yaşanırken, şu an gazeteciler anlatsaydı, nasıl bir kitap çıkardı acaba ortaya?
“OHAL 90’larda Kürt illeriyle sınırlıydı. Bugün her yerde var. Ama yine Kürt illerinden haber almakta, orada haber yapmak çok zor, yapsak da yayınlayacak mecra bulmakta zorlanıyoruz. Bugün her şeye rağmen sokağa çıkma yasaklarında yaşananlardan, Suriye sınırında olan bitenden haberdar oluyorsak, savaşın sürdüğü bölgelerde canları pahasına haber yapan meslektaşlarımıza teşekkür borçluyuz.”
“Sanırım; 90’lar için yaptığım çalışmayı 2010’larda gazetecilik yapan gazetecilerle de yapmak gerekiyor.”
Merak ettiğim diğer konu, konuştuğu gazetecilerin özeleştiri verdiği bölümlerdi. Yeterli görmüş müydü acaba?
Aslında 90’larda iklimin tüm “soğukluğu”na rağmen okur olarak içimizi ısıtan bir avuç gazeteciden bahsettiğimizi aklımızda tutmamız gerektiğini belirtti. Konuşmayı kabul etmeyenler, 90’larda attıkları manşetleri görüp “aklımızı kaçırdığımız” sorumlu kademedekiler hala bir sorun.
“Bugün aynı sorunları yaşamıyor muyuz” diye soruyor Karakaş, “yayınlar el değiştirdi, gazeteciler işinden edildi; şu an kimler yapılıyor bu haberleri, o manşetler nasıl atılıyor? Bunları 20 yıl sonra konuşabileceğimiz anaakımda gazetecilik yapmaya çalışmış insan bulabilecek miyiz bilmiyorum?”
Cizre, Şırnak, İdil, Sur gibi uzun süre müsadere altında kalmış; tam olarak nelerin yaşandığını ancak tahmin edebildiğimiz yerleşim yerlerinden haber geçmeye çabalayan gazetecilerle konuşmak için 20 yıl beklememek gerekiyor.
Peki, Burcu Karakaş böyle bir kitap yazacak olsa kitabın başlığı ne olurdu?
“Bugünleri anlatan bir kitap yazsam sadece Kürt meselesini kapsayan bir kitap olmaz elbette. Ülkenin genelinde halen çalışmaya çalışan gazetecilerin hali perişan. Sadece OHAL dönemi de değil, Gezi sonrası gazeteciliğin ve gazetecilerin üzerine çöken kabusu yazarım. Sanırım ‘Gazetecilik: Bir meslek nasıl bitirildi?’ gibi bir şey olurdu.” (HK)
* Kitabın Künyesi: "Manşetleri Gör Aklını Kaçırırsın - 90'lı Yıllarda Gazetecilik", Burcu Kararkaş, İmge Kitabevi, 2016
* Fotoğraf: Çiçek Tahaoğlu