Kamu Hizmeti Yayıncılığı (KHY) Avrupa’da doğmuş bir eylemdir. KHY devletin kültürel görüşlerini topluma yayma amacıyla yayıncılığın başlamasından bu yana kullanılan bir pratiktir. Bu pratik günümüzde toplumu şekillendirme ve onu siyasi ve kültürel anlamda biçimlendirmede ve yönlendirmede etkili olarak kullanılıyor.
Geçmişte ulus-devletin şekillendirilmesinde yaygın bir şekilde kullanılmıştır, şimdi de eski sosyalist devletlerin parçalanması ve her ulusun ayrı bir devlet kurması amacıyla buralarda yeni TV’ler kuruluyor ya da varolanlar ‘satın alınarak’ ulusalcılık körükleniyor. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken nokta sadece KHY yapan kanalların değil özel, ticari tüm kanallar belli bir ideoloji -devletin resmi ideolojisi- çerçevesinde hareket etmesi. Yani ideolojik anlamda hiçbirinin birbirinden farkı yok.
Ayrım noktaları başka yerlerde; bunlar KHY yapan ve devlete bağlı kanalların eğlence yerine eğitici programlara ağırlık veren programlara daha çok yer vermesi ve ulusal anlamda kendi sinemasına daha çok yer ayırması gibi örneklerle belirtilebilir.
“Bir memlekete özgü kültürel özelliklerin bütün bir vatandaş topluluğunca paylaşılır hale gelmesi, kültürel ve siyasal bütünlüğe tehdit oluşturan unsurları dışlayabilmek, en azından bu unsurların sızmasına ya da hakim hale gelmesine karşı direnebilmek; eğitim, bilgi ve kültür şırınga ederek memleketin halkını –modern ulus-devletin model bireyi olan- bilgili, eğitimli, kültürlü, bilinçli vatandaş haline getirmek veya vatandaş ‘katına yükseltmek’; devletin diğer ideolojik aygıtlarının yanısıra radyo ve biraz daha sonra televizyon yayıncığının omuzlarına yüklenen görevlerdi; bu görevi hakkıyla yerine getirecek en etkili örgütlenme tarzı ise, hem piyasadan hem de devletten bağımsız olarak iş gören kamu hizmeti yayıncılığıydı.” (Mutlu 2001:27)
Mutlu’nun kısaca tarihçesini verdiği KHY İngiltere’de devletten bağımsız olsa da bizim gibi ülkelerde devletin tam anlamıyla denetimi altında. Ancak sonuçta BBC de TRT de belli bir amaca hizmet etmekte ve kendi devletlerinin egemen ideolojilerinin devamı için belli bir politika çerçevesinde yayın yapıyor.
Jacques Ellul “Eğer yayıncılık sistemi devlet mülkiyetindeyse, devrimci literatürün yayını dikkate bile alınmaz. Tüm bunlar, görünürde düşüncenin yayılması için devreye sokulan teknik güçlerin pratikte –düşünceyi- kuşa çevirmeye yol açtığı anlamına geliyor. Aynı şey özel kapitalizm ve devlet kontrolü altındaki radyo/TV yayıncılığı için de geçerlidir. Kapitalizm yayıncılık özgürlüğüyle eşanlamlı olduğunu veya devletin buna sahip olmasının insanileşmek anlamına geldiğini öne sürenlere katılmaya imkan yok” diyor. (Ellul 2003:433)
Yalan söylemek
Kapitalizmin tüm alanlarda olduğu gibi yayıncılık alanında da hem ideolojik hem ekonomik mücadelesi sürüyor, bu mücadele kapitalizmin sömürdüğü yığınlara karşı, onların sömürüldüklerini anlamamaları ve bir hayal aleminde yaşamalarını sağlamak için yapılıyor. Kapitalistler bu araçları yığınlara sömürü düzeni altında yaşadıklarını anlatmaya çalışanları “yıkıcı, terörist ya da daha kötüsü” olarak göstermek için kullanıyor ve bu konuda ‘yalan söylemek’ konusunda profesyonelleşmiş elemanlara sahip.
“Kapitalist medya haberciliği ülke içi ve ülkeler arası sermayenin gelişmesinin, bu gelişmede belli ideolojik ve kültürel (belli dünya görüşünün, umutların, mutlulukların, dostların ve düşmanların, vs) altyapıların hazırlanması ve tutulmasında önemli bir rol oynar. Kapitalist medya profesyonelliği egemen sermaye sisteminin hem materyal hem de ideolojik günlük pratiklerinin belli biçimlerde sürekli sergilendiği bir alandır. Eğer BBC, AP, UPI uluslararası bir güvenirliliğe sahipse, bunun nedeni dünyanın gerçeklerini yansıttığından değil, yansıttığı olayları ‘yalan söylüyor’ dedirtmeyecek biçimde yansıttığından dolayıdır.” (Erdoğan, 1995)
“Kitle iletişiminin varolan toplumsal sistemin kendini yeniden üretmesine katkıda bulunabilmesi insanların gündelik yaşamlarının dışında araçsal bir düzenleme ile yapılmakta; gündelik yaşamlarını değişik altkültürler içinde sürdüren çeşitli sınıf ve tabakalardan insanlar kendilerine gelen bu mesajları çeşitli grup ilişkileri aracılığı ile açımladıklarında kendi yaşamlarının içinde kaldıkları kitle iletişiminden kendileri sistemin işleyişine uygun anlamlar çıkarmış olmaktadırlar.” (Oskay 1993:331)
Kapitalist medyanın çalışma tarzını çözemeyen ideolojisizler ise onun gerçek yüzünü değil boyalı yüzünü görüyor ve iyi niyetle şöyle yorumlarda bulunuyor: “Kitle iletişim araçlarıyla toplum arasında karşılıklı etkileşim vardır. Kitle iletişim araçları, haberleriyle, yorumlarıyla toplumu yönlendirme gücüne sahiptir. Kitle iletişim araçlarının işlevleri, diğer bir ifadeyle, topluma yönelik etkileri başlıca üç grupta toplanabilir. Bunlarda birincisi topluma bilgi/haber iletmektir. İkincisi toplumdaki birtakım çatışmalarda taraf olmaktır. Üçüncüsü toplumdaki çatışmalar karşısında, uzlaştırıcı, yatıştırıcı yönde tavır almaktır. Kitle iletişim araçlarının bu işlevleri, kişilerin bilişsel, duygusal gelişimlerine katkıda bulunabileceği gibi, kamuoyunda birtakım yeni tutumların oluşmasına ya da mevcut tutumların değişmesine de önemli katkıda bulunabilir.” (Dökmen 1994:44)
Burada belirtilen görüşler gerçeklerden çok uzaktadır, medya topluma belli bir ‘gerçeği’ verir, her zaman taraflıdır ve amacı katkı değil yönlendirme ve biçimlendirmedir.
Kamu Hizmeti Yayıncılığı tamamen devletin denetimindedir ve devletin ideolojisinin sözcülüğünü yapar ve bunun insanlar tarafından özümsenmesi için iletişim araçlarını etkili bir biçimde kullanır.
“Özellikle radyo ve televizyon kapitalist ülkelerin birçoğunda kamusal kuruluşlar biçiminde örgütlenmektedir. Türkiye radyo ve televizyonu da bu son biçimin örneklerinden biridir. Türkiye’de radyo ve televizyonla yayın tekeli yasayla TRT kurumuna verilmiştir. Ancak örgütlenme biçiminin başındaki kamusal sıfatı bu araçların niteliklerini değiştirmemektedir. Sonunda ister özel girişimcilik, ister kamu kuruluşu biçiminde örgütlenmiş olsun, genel düzeydeki ideolojik işlevin belirleyici değişkeni kapitalizm olmaktadır. Kapitalizm, oyunun kurallarını koymakta, sonra bazı ülkelerde hiç müdahale etmeden, bizimki gibi ülkelerde ise devlet müdahaleciliği kılıfı altında aynı denetim işlevini yürütmektedir.” (Özkök 1982:100-101)
Kapitalist devlet kendi varlığını sürdürmek ve çoğunluğu baskı altında tutarken, onların tüm bunlardan rahatsız olmamasını sağlamak için geliştiren ‘düzen koruyucuları’ eğitim ve medyayı bu amaç için kullanıyor. Aileler statükonun sürdürülmesi için vazgeçilmez araçlardır, ancak tek başına yeterli değildir. Bu anlamda insanı çevreleyen tüm alanlarda eğitim, kültür ve iletişim alanlarında girdi ve çıktılar tamamıyla denetlenmekte ve düzeni tehdit eden unsurlar ayıklanıyor.
“Kamu hizmeti televizyonu kavramının doğduğu İngiltere’de ise BBC, hâlâ politik özerkliğiyle efsane olma özelliğini sürdürüyor. Hükümetten bağımsız, kamu çıkarına hizmet etme kararlılığını oturtabilmiş ve bu anlamda bütün dünyadaki kamu hizmeti televizyonlarına örnek olan BBC’de bile zaman zaman müdahale yaşanıyor.
“Thatcher’in 1979’da başbakan olmasından sonra, doğrudan müdahale edilemese bile sık sık açık bir düşmanlıkla karşılaşıldı. 1982’de Arjantin ile yapılan Falkland Savaşı’nda ve yine 80’li yıllarda IRA ile ilgili konularda bu çatışmanın, en yüksek noktasına vardığı görülür.
“eza 1997’den bu yana iktidarda olan İşçi Partisi hükümeti de BBC’nin yaptığı yayınlara sıklıkla saldırmaktadır. Hatta saldırılarını, işbirliğini askıya almakla tehdide ve ruhsat ücretlerini dondurmaya kadar vardırdığı görülür.” (Haber-Sen) Dünyadaki diğer Kamu Hizmeti Yayıncılığı yapan televizyonlara ilk örnek olan BBC her ne kadar bağımsız görünse de -ideolojik anlamda köklü bir kapitalist devletin tecrübesi göz önüne alındığında bu normaldir- bağımsız değildir, belli bir ideolojisi vardır. Ancak hükümetlere bağlı çalışmaması onlarla bazen ters düşmesine neden olmaktadır, bunun en son örneği Irak işgalinde gözler önüne serilmiştir. BBC’nin TRT’den en önemli farkı hükümetlerden özerk olmasıdır.
TRT konusunda güncel bir örnek vermek gerekirse 30 Mart 2014’te yapılan yerel seçimler öncesinde TRT haber kanalının, partilerin TBMM grup toplantılarının yayım sürelerini mercek altına alınması verilebilir. 4, 11 ve 18 Şubat tarihlerini kapsayan çalışma sonucunda, TRT’nin AKP’nin grup toplantılarını yaklaşık 1 saat ekrana getirirken, diğer partilere ayrılan sürenin toplamının bile bu sürenin yanına yaklaşamadığı ortaya çıktı. RTÜK’ün yaptığı açıklamaya göre TRT yayınlarının partilere göre dağılımı bu süre içerisinde şöyle gerçekleşti:
4 Şubat Salı
MHP Grup Toplantısı: 9 dakika
Başbakan Erdoğan’ın Almanya’daki basın toplantısı: 56 dakika
BDP Grup Toplantısı: 6 dakika
CHP Grup Toplantısı: 12 dakika
11 Şubat Salı
MHP Grup Toplantısı: 6 dakika
AKP Grup Toplantısı: 1 saat 6 dakika
BDP Grup Toplantısı: 2 dakika
CHP Grup Toplantısı: 12 dakika
18 Şubat Salı
MHP Grup Toplantısı: 7 dakika
AKP Grup Toplantısı: 53 dakika
BDP Grup Toplantısı: -
CHP Grup toplantısı: 13 dakika
Bu bağlamda TRT’nin önümüzdeki seçimlerde de nasıl bir tavır alacağı ortadadır. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonrasında yapılacak tüm seçimlerde TRT sadece iktidarın hatta tek bir partinin yayın organı gibi çalışacağını göstermiştir. Bunun örnekleri bulnuyor: 3 Temmuz'da TRT Türk Erdoğan'a 30 dakika ayırırken, diğer iki adayı yayınlarına hiç almadı. 4 Temmuz yayınlarında ise TRT Türk Erdoğan'a 1 saat 20 saniye, İhsanoğlu'na bir dakika ayırdı, Demirtaş'a ise yayınlarda hiç yer vermedi.
4-5 ve 6 Temmuz’da TRT’nin üç kanalında AKP adayına 533 dakika zaman verilmiş; İhsanoğlu'na 3 dakika 25 saniye, Demirtaş'a ise 45 saniye.
RTÜK'ün muhalefet partilerinden gelen üyeleri, bu şekilde yayın yapılmasının yasaya aykırı olduğunu, seçimlere katılacak üç adayın üçünün de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu, bunun bir parti değil, aday yarışı olduğunu vurguladılar ve TRT'ye ceza verilmesini istediler. Muhalefet kontenjanından gelen üyelerin itirazlarına rağmen, AKP’li RTÜK üyelerinin çoğunluk oyları ile toplantıda "TRT ihlal yapmamıştır" kararı çıktı. Buradan da anlaşılabileceği gibi hem TRT hem onu denetleyen RTÜK tamamıyla iktidar partisinin denetimindedir. Bu bağlamda yaşananlar, yaşanacakları önceden ortaya koymaktadır.
Bülent Arınç ise başında bulunduğu TRT’nin yaptığı yayınlarla ilgili açıklamalarıyla insanlarla bir anlamda dalga geçmektedir.
“TRT'nin doğru, tarafsız ve yorumsuz habercilik anlayışıyla, çağdaş habercilik teknik ve metotlarına bağlı kalarak, kamuoyunu ilgilendiren konularda gerekli, yeterli ve doyurucu yayınlar yapmakla yükümlü olduğunu, görevini bu çizgi çerçevesinde yerine getirmeye çalıştığını” belirten Arınç şöyle dedi.
“TRT'deki siyasi yayınlarda partilerin TBMM'deki temsil oranları dikkate alınmakta, haberlerde iktidar partisinin yanısıra, muhalefet partilerine de yer verilmektedir. Siyasi partilerin genel başkanlarının Meclis grup toplantısındaki konuşmaları her hafta canlı olarak yayınlanmakta ve tüm şeffaflığıyla ekranlara taşınmaktadır.” (1)
Uzun yıllar boyunca iktidar partisinin tam anlamıyla denetiminde olan TRT kamu yararına değil iktidar partisi yani egemen ideoloji yararına yayın yapıyor. Bu anlayışla yapılan yayınlar seçim dönemlerinde kendini daha net biçimde ortaya koyuyor. Herkese eşit mesafede durması gereken KHY yapan TRT seçim dönemlerinde sanki iktidar partisinin propaganda aracıymış gibi hareket ediyor. Türkiye’de ciddi anlamda bir demokrasinin olmadığını bu bile ortaya koyuyor.
Huxley değil Orwell haklı çıktı
Sonuç olarak bir devletin yayıncılık politikasını ekonomik ve siyasal yönelimi belirler.
Sosyalist ülkelerde radyo-televizyon bir propaganda aracı olarak kullanılıyordu ve bu açık bir şekilde ifade ediliyordu. Kapitalistler ise kendi radyo-TV’lerinin özgür olduğunu ve istedikleri gibi yayın yaptığını ileri sürüyorlardı ancak bu gerçeği yansıtmıyordu. Onlar da kendi ideolojileri çerçevesinde yayın yapıyor ve düşman olarak gördükleri sosyalizmi her fırsatta bombardımana tutuyorlardı. Bu şimdi de başka şekillerde sürüyor. Ancak halk gerçeklerin farkına varamayacak kadar ‘tek boyutlu’dur.
İnsanı cahilleştirmenin ve aptallaştırmanın iki yolu vardır. Birincisi; cahil bırakılmak istenen konularla ilgili görsel, işitsel ve sözel ortamdan onu tamamen soyutlamaktır. İkincisi, sözü edilen konular hakkında çok yönlü, yoğun bir bilgi bombardımanına tabi tutmaktır.
Çağdaş insan kitle iletişim araçlarının gelişmesine paralel olarak ikinci yolla aptallaştırılmaktadır. Sözü edilen bu yöntemlerden biri iyi kullanılırsa insanlar köleleştirilebilir, toplumlar sömürgeleştirilebilir. Bu işlem ilk olarak Kamu Hizmeti Yayıncılığıyla başlamıştır, ancak bu süreci doruk noktasına taşıma çabasında olanlar ticari televizyonlardır. Buradan bakıldığında Huxley değil Orwell haklı çıkmıştır. ‘Cesur Yeni Dünya’da değil ‘1984’ü yaşıyoruz ve uzun süre daha yaşacağız.
Bize 1984’ü yaşatan araçlardan ikisi olan radyo ve televizyon halk adına devlet tarafından etkili bir şekilde kullanılıyor. Ve buna Kamu Hizmeti Yayıncılığı adı veriliyor. Kamu Hizmeti Yayıncılığı “halk için yapılan, halk tarafından finanse edilen ve halk tarafından kontrol edilen” yayıncılık şeklinde tanımlanıyor ancak yaptığımız yorumlar ışığında bu tanımı yeniden yapmak uygun olacak. Kamu Hizmeti Yayıncılığı “halkı yönlendirmek için yapılan, halk tarafından –zorunlu vergilerle- finanse edilen ve halk adına –devlet/iktidar tarafından- kontrol edilen” yayıncılıktır.
Kaynakça
* Dökmen, Üstün, İletişim Çalışmaları ve Empati, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 2001
* Ellul, Jacques, Teknoloji Toplumu, Bakış Yayınları, İstanbul, 2003
* Erdogan, İrfan, “Kapitalist Medya Profesyonelliği ve Haber Olmayan Haberler”, 1995
* Haber-Sen, “Kamu Hizmeti Yayıncılığını Kurtarın” – (son erişim tarihi: 02.12.2007 –şu an erişilemiyor)
* Mutlu, Erol, “Ne Olacak Bu Kamu Yayıncılığının Hali”, Medya Politikaları, Beybin Kejanlıoğlu & Sevilay Çelenk & Gülseren Adaklı (Der.), İmge Kitabevi, Ankara. 2001
* Oskay, Ünsal, Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri, Der Yayınları, İstanbul, 1993
* Özkök, Ertuğrul, Sanat, İletişim ve İktidar, Tan Yayınları, Ankara, 1982
Dipnotlar
1) Bülent Arınç'tan TRT açıklaması,
* Savaş Çoban, Dr., Bağımsız Araştırmacı/İletişimci.