Kitap ve eleştiri dergisi Virgül'ün kapanacağının önce dedikodusu geldi fısıltı gazetesi aracılığıyla, ardından İnternet sitesindeki editör yazısında haberin kendisi.
Emekçileri 12 yıl ve 131 sayının ardından yaşadıkları ekonomik sorunlar ve dağıtım problemleri nedeniyle Virgül'e nokta koyduklarını duyurdular.
Derginin sorumlu yazı işleri müdürü Mustafa Aslantunalı Virgül'ün kapanma sürecini, Türkiye'deki yayıncılık alanında yaşanan gelişmeleri ve sorunları bianet'e anlattı.
Ne oldu da Virgül'e nokta koydunuz?
Türkiye genelindeki dağıtımın dışında kalmak hem tiraj olarak hem de reklam geliri olarak etkiledi dergiyi. Dağıtım bir sorun ama Virgül daha önce de on binlerce satmıyordu. Yola çıkarken 3000-4000'i geçmeyeceğini düşünmüştük. Kapanma sebeplerinin en önemlisi, reklam gelirlerinin düşmesi oldu. Virgül ilk çıktığında fazla reklamı yoktu ama belli bir süre sonra epey reklam almaya başlamıştı yayınevlerinden.
Bir diğer etki de son zamanlarda neredeyse bütün gazeteler kitap ekleri vermeye başlaması oldu. Bu bir taraftan çok iyi bir şey. Ama bizim için iyi olmadı; reklamlar oraya kaydı. Virgül'ün 100 bin ve üstünde tirajlara sahip gazetelerle rekabet etmesi bu bakımdan kolay değildi.
Tabii bu ekler ne kadar okunuyor ya da reklamlar ne kadar görünüyor o tartışılır ama yayıncıların da daha çok kişiye ulaşmak istemeleri normal. Derginin kapanmasına esas olarak yol açan sebep bu oldu.
Dağıtımcılarla yaşanan sorunlar nelerdi?
Dergi ve gazete dağıtım sistemi oturmuş bir sistemdi daha önce. 90'ların başında dergiler her yere dağıtılır ve her zaman raporlar gelirdi. Hatta ayın ortasında gelen ara rapora göre, az satan yerlerdeki dergiler çok satan yerlere nakil edilir, iade oranı düşürülürdü. Bu sistemi sürdürmek belki o zamanlar daha kolaydı. Çünkü dergi sayısı daha azdı.
Son on yılda ne değişti peki?
Yayın sayısı çok arttı. Bunun aksine tiraj artmadı ama bölündü. 90'ların ortasından itibaren dağıtım kanalı büyük bir açmaza girdi. Çünkü gazeteler promosyona başladı ve bu kanal bunların dağıtımını üstlenmek zorunda kaldı. Ve bu dağıtımda sorun yaşanmasına neden oldu. Hem büyük grupların yayınları çok arttı, hem de tek tek dergiler. Diyelim ki eskiden 10 yayın çıkıyor ve bunların tirajı 100 iken, şimdi 50 yayın çıkıyor ve toplam rakam aynı. Dağıtım onlar için de zor oldu. Promosyonda bozulan sistemi toparlamak onları için de zor oldu.
Bunun üzerine dağıtımcılar şöyle bir yola başvurdular: Madem bu yayın çok satmıyor. Satmayıp bize kar getirmeyenleri keseriz ya da onlardan ek para isteriz. Öyle bir formül önerdiler ki satmayan dergiden bile kar eder hale geldiler. Her iade dergiden 15 kuruş istiyorlar. Üstüne çok alengirli formüllerle ayda üç-dört bin lira para istediler ve bir sürü dergi çekilmek durumunda kaldı.
Büyük grupların dergileri için durum nasıl?
Aslına bakarsanız büyük gruplara ait dergilerin de bir kısmı pek az satıyor. Ama onlar bu rakamları ödeyebildiler. Ya da aslında dağıtımcı aynı firmaya ait olduğu için bir cepten çıkan para diğer cebe giriyor gibi oldu.
Dergi sayısının artmasının yansımaları ne oldu?
Dergi fazlalığı öyle bir noktaya geldi ki sizin derginizin bayilerde sergilenme imkanı çok azalıyor. Kitap piyasasında da benzer gelişmeler oldu.
Burada temel mesele endüstrileşme. Bu süreç, her şeyden önce daha marjinal olanın, daha kapitalin yanında olmayanın zararına işliyor. 15 sene önceki bayilerin fotolarıyla şimdikileri karşılaştırdığınızda bu farkı iyice görürsünüz. Şimdi yabancı menşeli dergiler ve Türkçe versiyonları vitrinlerde.
Bu süreçte yayıncılık anlayışında nasıl bir değişiklik oldu sizce?
Endüstrileşme, reklam, müzik ve sinema gibi alanlarda çoktan başladı. Kitap sektörü yolun başında olduğu için, eski tarz çalışan yayınevleri de hala çok olduğu için durum tuhaf. Çünkü İstanbul'da iki bini aşkın yayınevi var, kitapçı sayısı bu rakamla yarışamaz bile. Demek ki burada bir gariplik var.
Bu olumsuz bir gelişme mi?
Endüstrileşme olacak, normal bir süreç. Ama edebiyatın özerk bir alanı olmalı.
Bugün çoğu yazarın da dahil olduğu grup neyin veya kendinin ne kadar sattığıyla ilgileniyor. Eskiden bu daha ikincil, üçüncül bir şeydi. Hatta öyle bir şey vardı ki çok satmak ayıptı. Çünkü okumak o zaman farklı olmaya çalışmaktı. Şimdi tersine okuyucu herkesin okuduğu şeyi almaya çalışıyor. Best-Seller rafına gidip oradan kitap alıp başka kitaplarla ilgilenmiyorlar. Şimdi okumak, herkes gibi olmak demek. Bir uçtan ötekine savruluveriyoruz.
"Çok satıyorsa kötüdür" anlayışı, şimdi "çok satıyorsa iyidir", hatta "az satıyorsa kötüdür" haline geldi. Az satanın okunmaya değer görülmemesi Türkiye'deki edebi geleneğin kendisi için tehlikeli bir şey.
Bence edebiyat kendi kendine bir özerk alan yaratır. Bu geçiş döneminde görünmese de uzun vadede yerine oturur.
Ne öngörüyorsunuz birkaç yıl sonrası için?
Yayınevlerinin sayısı azalacak, okuyucu artacak ya da arttırılacak. İnsanlar daha fazla okuyacak ama bahçecilik, araba bakımı, kendinizi geliştirin veya komplo teorileri kitapları satacak. Kitap nesne olarak çok satılacak. Ama bunun içinde edebiyat dediğimiz kitapların payı daha da azalacak.
Türkiye'de okumanın kendi başına çok iyi bir şey olduğuna dair bir genel düşünce var. Kitap iyidir, okumak güzeldir... gibi. "Az okuyoruz" şikayetleri, 12 Eylül'de kitapların yasak ve tehlikeli oluşu, kitap için bir "teşvik primi" faaliyeti yarattı. Ama neyin, nelerin ve nasıl okunduğu da önemli değil mi?
Ya kitap dergileri?
Eskiden iyi bir kitap basıldığında yavaş yavaş da olsa satardı. Şu an çok iyi reklamı yapılırsa çok satabiliyor. Misal NTV'nin çizgi romanları buna bir örnek. Hiç kimsenin çizgi roman okumadığı bir dönemde iyi reklamla çok satanlar listesine girdi bu kitaplar. Bunu küçük bir yayınevi yapmış olsaydı şu an bundan bahsediyor olamazdık.
Dolayısıyla tanıtım, önemli. Giderek de önem kazanıyor. Çok kitap çıkıyor, kitaplar kitapçı vitrinlerinde yer bulamıyorlar ya da çok az bir süre vitrinde kalabiliyorlar. Gazetelerin kitap eklerinde tanıtım yapılması, hayati bir önem kazanıyor.
Ama tanıtımın ötesine nadiren geçiliyor. Mesela o kitabın başka kitaplarla, türlerle ilişkisi nadir söz ediliyor. Hepsi için söylemiyorum ama genel hava böyle.
Eleştiri zaten çok istenen bir şey değil. Eskiden şöyle feci bir tutum vardı: "Zaten şunun şurasında kaç kişiyiz, kitap da okunmuyor memlekette, birbirimizi eleştirmeyelim, destekleyelim." Şimdi neyse ki o dönem bitti. Ama şimdi de, bir kitabı eleştirdiğinizde onun satışını baltalamış olmakla suçlanıyorsunuz!
Virgül 12 yıllık ömründe Türkiye edebiyatının neresine düştü sizce?
Virgül baştan planladığımız yerden çok uzaklaşmadı. Sakin ve soğukkanlı bir şekilde, belli bir akımın sözcüsü olmadan, kendi formatını koruyarak çıktı. Bir kitabın ne kadar popüler olduğuyla değil, bizi ne kadar ilgilendirdiğiyle ve başka kitaplarla ilişkisiyle ilgilendik. Ya da o kitap hakkındaki yazının ne kadar iyi olduğu önemli oldu dergi için. Medyada tanıtılan kitapların yanında, gözden kaçabilecek kitaplar üzerinde durmaya çalıştık. Resmin diğer kısmını tamamlamak, gözden kaçan, kolay fark edilemeyecek şeyleri öne çıkarmak. Bu, popüler olmamayı göze almak demekti.
Yazılara yer verirken nelerdi kriterleriniz?
Şu tür kitaplara, şu anlayışa yer vereceğiz demedik. Bizim kendi seçimlerimiz doğrultusunda derginin politikaları da belirlenmiş oldu tabii, ama her şeyden önce biz gelen yazının niteliğine önem verdik. Yani yayımladığımız yazının aydınlatıcı, klişesiz, rahat okunabilir ve berrak olmasına. 12 yılda en iyi başardığımız şeyin belli bir standardı korumak olduğunu söyleyebiliriz sanırım.
Okuyucuların dergiyle kurdukları ilişki Virgül'ün kapanma sürecini nasıl etkiledi?
Virgül okuyucusu bizimle irtibata geçtiği anda çoğunlukla yazarımız da oluyordu. Hiç tanımadığımız çok sayıda insanın yazılarına yer verdik. Platform dergisi olmaya çalıştık. Başardık da. Çünkü kitap dergileri ancak böyle ayakta kalabilir. 12 yıl uzun bir süre ve bunu becerebildik diye düşünüyorum.
Dergi kapanınca o kadar çok mail geldi ki... Bir kısmı hesap soran maillerdi. Nasıl kapatırsınız, buna hakkınız yok diyorlardı. Demek ki bir bağ kurulmuş. Buna sevindik desek o da şimdi garip olacak!
Virgül okuyucuları umutsuz olsunlar mı yoksa bir geri dönüş ihtimali var mı?
Yok. Virgül'e nokta koyduk. Bir yıl önce kapatmamız gerekiyordu belki, kıyamadık, dergiyi iki aylık yaptık. Onu bir yıl daha sürdürdük. Her yolu denedik. Biz sahiden de, elimizden geleni yaptık.(BÇ)