Kanadalı feminist yazar Margaret Atwood'un Türkçe'ye "Damızlık Kızın Öyküsü" olarak çevrilen kitabından uyarlanan The Handmaid's Tale, ikinci sezona kitaptan bağımsız ama yine Atwood'un kalemiyle devam etti.
Atwood, kitabında bitirdiği hikâyesini yalnız bırakmadı, ikinci sezonda senarist olarak kolları sıvadı, ekipteki Leila Gerstein, Dorothy Fortenberry, Kira Snyder gibi diğer aktivist kalemlerle bizi hem karanlığın en dibine hem de "her şey bitmedi" dedirten direnme kuvvetine götürdü.
Dizide June karakterini Elizabeth Moss oynuyor.
Atwood'un kelime oyunuyla mesajı
Final bölümünün heyecanına geçmeden başlığı açıklayalım. "Nolite Te Bastardes Carborundorum" aslında Latince ama Latince de değil. Independent'ta çıkan bir makaleye göre, yarı Latince yarı "gibberish" yani saçmalık.
Latince derslerinde Atwood ve arkadaşları arasında kelimeleri bozarak yeni kelimeler türetme oyunu oynarlarmış. Türkçesi "Aşağılık heriflerin seni ezmesine izin verme" olarak çevrilebilecek söz öbeği de böyle çıkmış.
June'un bölüm sonunda duvara tebeşirle yazdığı söz öbeği aslında Atwood ve dizi ekibinin dünyadaki her kadına mesajı hissi veriyor.
Düzen değişti, siz artık ayaklı birer rahimsiniz
Düşünün ki günlük hayatınıza devam ederken, -özgür bir ülkeyi referans alırsak- birden parlamento yerle bir ediliyor, yönetimi devralanlar kendi düzenlerini getiriyor, yeni ülkelerinin adına Gilead diyor.
Kaçanlar Kanada'ya sığınıyor, doğurganlık oranının düştüğü dünyada hala çocuk yapabilen az sayıdaki kadına da sadece ayaklı birer "rahim" olarak bakılıyor.
Bu dünyada herkes renklerle sınıflandırılıyor. Çocukları olmayan komutan ve eşlerine "damızlık" olarak sunulan kırmızı kıyafetliler, üst sınıf kabul edilen ama sadece örgü örüp damızlıkları kıskanmakla meşgul yeşil kıyafetli komutan eşleri ve profesyonel bir cerrahken ev hizmetlileri olarak adlandırılan Martha'lar...
Bir direniş biçimi olarak ismini fısıldamak
Bu dünyada tesadüf o ki, (Duygu Asena'ya saygılarımızla) kadının her anlamda adı yok.
Normal hayatındaki sevgilisi ve çocuğundan koparılan June, (güzelliğini bir kenara koyup nasıl göründüğüne aldırmadan sadece oynayan Elizabeth Moss) her "damızlık" gibi verildiği ailenin adına eklenen adıyla yani Offred olarak anılıyor.
İkinci sezona damga vuran sahnelerden biri eski hayatlarını anmamaları için isimleri dahi yasaklanan "damızlıkların" market alışverişinde birbirlerine fısıldadıkları bölüm.
Buradan sonrası düz spoiler
The Handmaid's Tale'in özellikle ikinci sezonu "anlatılmaz yaşanır" cinsten. Yani ancak diziyi izleyenlerin keyif alacağı şekilde.
Margaret Atwood, sezon finalinin adını "The Word" koymuş.
"Damızlığının" (June) doğurduğu kız çocuğunun geleceğinden faşizme olan gücüyle inanan komutan eşi Serena da endişe duymaya başladı.
Kadınların sadece örgü ördüğü bir dünyada kocasının da aralarında olduğu senato önüne çıkıp "Çocuklarımıza okuma-yazma öğretilmesini istiyoruz" dedi. (Evet Gilead da okumak da yasak). Ve açıp İncil'den bir pasaj okudu. (Kitap bulundurmak da yasak).
Çıkışta "Korkmadın mı?" diyen diğer komutan eşlerine Goethe'nin Kanadalı bir vaizden yola çıkan ünlü sözünü hatırlatıyor: "Cesur ol, yardımına gelirler".
Yardıma değil okumanın cezası olarak parmağını kesmeye geliyorlar. (İkinci kez okuyanın eli kesiliyor) Ekip bölümün adını neden "The Word" koymuş, orada anlıyorsunuz.
Kesik parmağıyla eve dönen Serena, iki senedir "damızlık" olarak hor gördüğü ama zekasından da hem korkup hem saygı duyduğu June'a bakıp "Denedim" diyor.
Damızlıktan Jedi olur mu?
Buradan sonra iki sezondur her başkaldırı girişiminde ezilen June'un kafası atıyor. (Şarkı önerisi dizi soundtrack'inden Hollaback Girl/Gwen Stefani)
İzleyen tüm kadınların içini eriten sahnede, Komutana kafa tutuyor, kendine vuran Komutan'a tokatla karşılık veriyor. (bunun cezasını siz düşünün).
Komutan "Bir çocuk daha yapalım bu sefer erkek olsun" diyor, June "Fuck yourself" diye cevabı yapıştırıyor.
Burning down the house*...
Aynı günün gecesinde en zor şartlarda bile örgütlenmek ne demek, bu sefer doğurganlıkları olmadıkları için yönetime ev işçisi olarak "hizmet eden" Marthalar gösteriyor.
Mahallede aniden büyük çaplı bir yangın çıkıyor. (*Fonda Talking Heads'den Burning Down the House...)
Evin Martha'sı June'a çocuğunu hazırlamasını onu kaçıracaklarını söylüyo ve June, Independent yazarı Christopher Hooton'ın tanımıyla Star Wars'a gönderme yapan bir Jedi edasıyla pelerinini kuşanıyor.
Başlığın sebebine gelmemiz biraz uzun oldu ama June'ın hamlesi burada devreye giriyor.
Kendisinden önce evde yaşayan ve intihar eden "damızlığın" duvara kazıdığı sözü kazıyor, hani Komutan gelince "Nerede bu Offred?" demesin diye: "Nolite Te Bastardes Carborundorum"
İki kadının barışması
June (Elizabeth Moss) ve Serena (Yvonne Strahovski)
Tam evden çıkacakken Serena'ya yakalanıyor ki iki kadının tam anlamıyla barıştığı sahne de bu oluyor. Sahne "İki kadın barışırsa her şey olur" diyor.
Yıllar sonra kendi doğurmasa da bir çocuk sahibi olan komutan eşi June'un "Burada büyüyemeyeceğini biliyorsun" sözlerine hak veriyor ve kızını öperek bırakıyor.
Evin en görünmez yüzleri Martha'lar evden eve June ve bebeği gizlice geçirerek kendisini alıp götürecek arabanın geleceği tünele kadar örgütlüce ulaştırmayı başarıyor.
Sonrası? Spoiler'ın bu kadarı diziye haksızlık olur. (BK/PT)