Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dil üzerine açıklamaları, her ne kadar gündem sıkça değişse de etkilerini sürdürüyor. Birçok konuda olduğu gibi bu konuyu da sağlıklı konuşamıyor, tartışamıyoruz. Türkiye’de farklı siyasi ve kültürel alanlar, karpuz gibi bir parçalanmışlığa sahip! Önyargılı ve şiddet potansiyeli taşıyan bu durum daha çok, devlet tarafından inşa edilen, işlenen kimlikçilik politikalarının bir sonucudur. Dil gibi bilimsellik içeren bir konu siyaset alanı dışında ve özellikle de veriler üzerinden tartışılmalıdır. Bu anlamda konuya katkısı olacağını düşündüğüm için aşağıda bir etimoloji sözlüğü çalışmasının kelime dağılım sonucunu vereceğim.
Türkçe sözcüklerin etimolojisi üzerine yayınlanmış kaynakların büyük bölümü ve en hacimlileri, Türkiye dışından araştırmacılara aittir. Nedense dil polisliğine soyunanlar, doğru düzen bir etimoloji sözlüğü ortaya koymamışlardır. Ne ironidir ki, azınlıkları tasfiye planının bir parçası olarak “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyalarının düzenleyicilerinin ve uygulayıcısı makbul vatandaşlarının bizzat kendileri, büyük miktarda yabancı kelimelerle konuşuyorlar, farkında değillerdi! Bu ırkçılığın tersyüz edilmiş halini oluşturan ümmetçiler ise, Türkçeyi Arapçanın hükmüne sokarak dil yoluyla daha bir Müslümanlaştıkları, İslam’ı özünden kavradıkları sanısıyla manevi bir haz yaşıyorlar!
Türkiye’den yapılan çalışmalardan birisi de, Sevan Nişanyan’ın Adam Yayınları’ndan 2002 yılında çıkan “Sözlerin Soyağacı” sözlüğü çalışmasıdır. Nişanyan, bu çalışmasının yetersiz olduğunu kabul eder. Ancak sözcüklerin tasnifi açısından genel değerlendirmeyi niteliksel anlamda değiştirecek bir durum olmadığı için, Nişanyan’ın bu çalışmasından çıkan sonuçları kullanmak bir sorun oluşturmaz.
Dil, yaşayan bir organizma gibidir. Her zaman ve her yenilik/gereklilik karşısında o dile yeni kelimeler eklenir ve o dilde, kullanım gerekliliği ortadan kalkan kelimeler, ‘kelime müzesinde’ yerini alır. Örneğin “Zelve” nedir? Ürgüp civarında bir Zelve Vadisi var ve neden vadiye böyle bir isim takılmış? İlkel tarımı, öküzü, kağnı arabasını bilenler, zelveyi de bilirler. Ancak zelve kullanılmadığı için, zelve kelimesi de dolaşımdan kalkmıştır. Son 50 yılda bile Türkçede böyle yüzlerce sözcük ‘yitmiş’, Türkçeye yüzlerce yeni sözcük girmiştir. Ancak dilini yaşatabilen toplumlarda o dile giren sözcük, yiten sözcükten daha fazladır. Çünkü ‘hayatın çeşitliliği’ gittikçe artmaktadır.
Aşağıdaki tabloyu verirken kastım, kesinlikle dili etnik bir değerlendirmeye/ölçülendirmeye tabi tutmak değildir. 15 bin kök sözcüklü dilimizin beşte birinin Türkçe kökenli olması, geri kalanının diğer dillere ait olması üzülecek, utanılacak, komplekse kapılacak bir durum değildir. O kelimelerin çok büyük bir bölümünü günlük iletişimimizde kullanmamakla birlikte, onlar dilimize girmişler ve bize de aittirler.
Biz dışarıdan kelime almışız ama dışarıya da kelime vermişiz. Örneğin Balkan dillerinde çok sayıda Türkçe (Türkçe üzerinden geçen Arapça kökenli kelime olsa da) kelime bulunmaktadır. İngilizcenin neredeyse yarısından fazlası da Latincedir. Bunları dert etmeye gerek yok! Bütün mesele bir durumu, bir olguyu, bir olayı, bir nesneyi, bir ilişkiyi; kısacası şeyleri çok yönlü ifade (çünkü o şeylerin kendisi çok yönlüdür) edebilen kelimelere sahip olmaktır. Ana dilden üretilebiliyorsa tamam, üretilemiyorsa da kelime dışarıdan alındığı şekliyle kullanılabilir. Bu bakımdan köken ikinci plandadır!
Bu köken, etnisite saplantıları dini sınıflandırmaya dayalı milletler sisteminden, etnik orijin arayışına/oluşturulmasına dayalı milliyet/ulus esaslı sistemlere geçişle ortaya çıktı. Bu durum, bizim gibi ülkelerde toplumda bir arîleşme, öze dönüş gibi siyasal, kültürel mühendislik çalışmalarını körükledi. Elbette dil de bundan payını aldı, alıyor! Dildeki bu anlayışın ürünleri, özellikle felsefi metinlerde bir anlaşılmazlığa, bir zorlanmaya neden oluyor. Yoksa Türkçeyle de felsefe yapılır, yapılıyor da.
Osmanlıcanın yazım kurallarının ve imla yapısının oturtulamamış olması (Hatta Enver Paşa bu zorluğu aşmak için kendince birtakım kurallar getirmiş ve buna biraz da alay yollu olarak Enverice denmiştir – dil, emir dinlemez!), eklektik yapısı, zor öğretilebilir olması gibi gerçekleri görmezden gelerek Osmanlıca övgücülüğü yapanların aslında bütün dertleri, Arapça alfabenin değiştirilerek Latin alfabesine geçilmesidir. Bir din, doğal olarak doğduğu dille bağlantılıdır (Her ne kadar Hıristiyanlık dininin gelişmesiyle Aramice dili paralellik göstermemiş olsa da) ve o din, ilk ifadesini bulduğu dile bir ‘kutsallık’ kazandırır. Bu bakımdan İslam’ın Arap kaynaklı doğuşu, Arap dili ve alfabesinin öğrenilmesinin zorunlu, cazip, kutsal olduğu gibi bir sanı uyandırır.
Gerek Kemalistler gerekse Osmanlıcı fetişistler dili, ideolojinin bir aracı olarak kullanıyorlar. Dilin sadeleştirilmesinde anlaşılır bir yan olmakla birlikte, bunu saplantılı hale getirerek Öz Türkçecilik gibi zorlamalara başvurulduğunda bu kez, bu dille yazılan metinler de anlaşılmaz oluyor. Bu anlayışla türetilmiş kelimelerle yazılan metinler (özellikle felsefe metinleri) bir felaket! Böylesi metinlerde bulunması gerekli olan entelektüellik de daha baştan, anlamı ifade edemeyen saçma kelimeler yüzünden yitiyor. Çeviriler için de benzer sorunlar yaşanmaktadır.
Arapça, bu İslamcıların elinde bir silah gibi kullanılıyor! AKP iktidarı, Osmanlıca bahanesiyle dinin (İslam) kutsallığını dilin/alfabenin (Arap) kutsallığına tahvil ederek bir siyasal İslam ‘dokunulmazlığı’, eğitim üzerinde bir dil ipoteği ve kültürel hegemonya kurmak istiyor. Osmanlıca gibi bir melez dil üzerine hamaset yapanlar, dillerini kullanmaktan mahrum bırakılmış halkların dillerine gereken ilgiyi ve saygıyı göstermiyorlar! Bu da gösteriyor ki, AKP’liler dil üzerinden Yeni Osmanlıcı anakronizmini siyasete uyarlamaya çalışıyorlar!
Dili ideolojinin ve siyasetin hizmetine sokan iktidarların yarattığı sıkıntıları yaşıyoruz. Ancak toplumsal hayat iktidarlardan çok daha büyük, çok daha derin. Suyun akarını bulduğu gibi, dil de yolunu bularak yaşıyor!
Türkçenin etimolojik sözlüğü üzerine Nişanyan’ın (kesin olmayan) yaptığı çalışmadan şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır:
2390 Türkçe kelimenin kendi içindeki dağılımı: