"Elinizdeki kitap, Diyarbakır'ın kendine mahsus müzik kültürünün, Ermeni mahallesinin, hayatın bütün cepheleriyle 1950'lerden 1970'lere 'eski' Diyarbakır'ın Kürt-Ermeni gündelik ilişkilerinin, puşiciliğinin, esnaf muhabbetinin hikayesi... Tabii eksen, Udi Yervant'ın hüzünlü ve neşeli hayat hikayesi"
Şeyhmus Diken "Diyarbekirli Udi Yervant Bostancı "Ula Fılle Hoşgeldin"in arka kapağında böyle anlatıyor kitabının meramını.
Yervant Bostancı 'Gâvur Mahallesi'nde doğmuş. 1976'da İstanbul'a, 1992'de ABD'ye göçmüş ve artık "geri dönüyor".
2011'de "Gittiler İşte" adlı kitabında Diyarbekir'den ayrılmak zorunda bırakılan Ermenileri anlattığı kitabının ardından, kendisine sıkça sorulan "'Geldiler İşte' ne zaman yazılacak" sorusuna bir ilk yanıt veriyor "Ula Fılle" ile... Ve şöyle yazıyor kitabın "Ben Bir Vakub İdim" başlıklı giriş niyetine yazılmış makalesinde "Bu kitap aslında 'Geldiler İşte'ye bir girizgâh niyetine de okunmalı."
"Ben Bir Yakub İdim" arka kapakta bahsi olunan Kürt-Ermeni gündelik ilişkilerine ders gibi bir örnek, hüzünlü ama bir o kadar da umutvar bir anekdot. Hüzünlü çünkü bir ayrılışın, kopuşun hikayesi, umutvar çünkü "Gelenlerin" bir "Ula Fılle" ile karşılandıklarını dile getiriyor.
Uzun bir bölüm Şeyhmus Diken'in affına sığınarak özetliyorum:
"'Hele anlat ana,' dedim, 'şu benim doğum hikâyemi, bir daha anlat!' (...)
O gece anam daha önce anlattıklarına ek, yeni şeyler anımsamış ve anlatıyordu: 'O gün sen doğduğunda, Hatun önce seni uzun entari gibi gömleğinin içinden, vücudundan üç kez geçirdi. Sonra da getirdiği zıbını kendi elleriyle sana giydirdi. Ermeniydi Hatun ve çok samimiydik, sık görüşürdük. Hatta biz Alipaşa Mahallesi'ndeki Çeltik Kilisesi'nin* ana kapısının tam karşısındaki kiracı olduğumuz evden çıkıp, Hasırlı Mahallesi'ne, Ermenilerin içine taşındıktan sonra daha sık görüşmeye başladık. Çünkü Hatungil de o mahallede oturuyorlardı. O zamanlar Hatungilin evlerine madraptan pirinç gelirdi ve oğlu 'Anam deyi ki, pirinç geldi, bitmeden gelin alın,' diye bize haber verirdi. Ve biz pirincimizi Hatungil Diyarbekir'de oldukça onlar dışında başka hiçbir yerden almadık."
Anam bu bilgileri paylaştığı sırada eşim Belgin müdahale etti ve 'Vallahi annenin bu anlattıkları sanki Yervant'ın annesi Hatun Teyze'ye benziyor. Yaşı anneyle aynı, üstelik mahalleniz de aynı. Hele bir Yervant'a sor. Yervant'ın anası olmasın?' dedi. O esnada ben de Yervant'ın dedesi Xaçadur'un [Haçadur] madraptan eve getirip komşulara sattığı pirincin hikâyesini anımsadım, elbette olabilirdi.
O gece telefonda Yervant'a konuyu açtım. O da telefonu kapattıktan sonra İstanbul'u, anası Hatun'u aramış ve gece yarısı yatağından kaldırıp sormuş. Sonra tekrar beni aradı ve 'Abi kesinlikle doğrudur. Anam olduğu gibi hikâyeyi hatırlıyor. Hatta babanın işini, kaç kardeş olduğunuzu bile ben söylemeden kendisi anlattı,' dedi.
Hayatımda daha önce de böyle tesadüfler yaşadığım bir gerçekti. Sırrım Surlarına Fısıldayan Şehir, Diyarbakır kitabımda bahsettiğim ilkokul arkadaşım Artin'i daha sonra Aram Ateşyan ismiyle Ermeni patrik vekili olarak bulduğumda da** böylesine bir sürpriz yaşamıştım.
Hayat böyle bir gerçekliğe parmak basıyordu. Udi Yervant Bostancı ile kardeş, hatta sanki ruh ikizi olmuştuk. Anam beni doğurmuş, Yervant'm anası Hatun da bana analık etmiş, yaşamam için gayret göstermiş. Sonradan öğrendim ki bana ilk kıyafet olan o zıbını bacısı Fehime'ye özel olarak diktirip getirmiş, giydirmiş. Bu yüzden, her ne kadar 'esas aktör' Udi Yervant Bostancı için hazırlandıysa da aslında bu 2011 sonbaharında, Surp Giragos Ermeni Kilisesi'nin restorasyonu sonrası gerçekleştirilen açılış resepsiyonundan (...) sonraki sabah, Hatun Ana'yı kahvaltıya davet etmiş, bütün o önceki yaşanmışlıklardan habersiz eskilerden, yenilerden konuşmuştuk. Otuz beş yıl sonra kente yeniden gelişi üzerine de tabii ki!"
Udi Yervant'ın hüzünlü ve neşeli hayat hikayesinin Şeyhmus Diken ile kesiştiği noktalardan sadece biri bu anekdot. Yervant'la asıl buluşmalarının hikâyesini ise "Ula Fılle"de ayrıntılı bir biçimde anlatıyor Diken.
Yervant'ın özelinde aslında Diyarbekir'in, Ermenilerin, Kürtlerin hikayesi anlatılan. Şeyhmus Diken şöyle ifade ediyor bunu:
"Udi Yervant'ın anlatısının aslında sadece kendine dair olmadığı da fark edilecektir. Hikâyenin gizli ya da aşikâr çokça kahramanları var. Tabii ki başta babası Yaqo, Yervant'ın tabiriyle "Keke Yaqo"; Yakub, nam-ı diğer Hagop. Büyük bir derviş, mütedeyyin, sakin, ürkek bir emekçi Keke Yaqo. Hayatı acı, ıstırap ve yoksulluk içinde geçmiş, uzağı gören bir büyük dengbej.*** Küçücük bir çocukken oğluna, 'Ben Yakub'um sen de tıpkı çölde kaybolan Yusuf. Bir gün büyük bir sanatçı olacaksın, unutma,' demiş.
Elbette kitap tek başına, sadece dört yaşında, kentin namlı bir darbukacısına özenip 'Kel Beşo olacağım,' deyip düğünlerde darbuka çalan bu çocuğun; ucu yıllar sonra o uzak ve denizler aşırı ülke Amerika'ya çıkan bir Diyarbekir Ermenisinin yaşadıklarının anlatısı değil: Yaqo, Liceli Şemun, Eva, Anna, Silvanlı Xaçadur, Hatun, Ohannes, Araksi ve daha nicelerinin filmografik hikâyeleri olarak da okunmalı. Emo ve Temo, Yaqo ve Hatun, Yervo ve Diyarbekir; her biri ikili bir film senaryosu sanki. Çerçevesi ailenin çeperindeki Diyarbekir Ermenilerinin, hatta tanış olan Kürtlerinin de hikâyesini anlatıyor..."
Ama ne yazık hikayeleri anlatılanlar Diken'in deyimiyle "ipi hoyrat ellerce koparılmış tespihin taneleri gibi ölüleri de dirileri de yaban ellere savrulmuş".
Peki şimdi ne olacak sorusuna ise şöyle yanıt veriyor yazar:
"Hani "Gittiler İşte" demiştik ya!
Gidenler hikâyeleriyle, yaşadıkları anıları, anlatıları ve fotoğraflarıyla dönmeye başladılar; benden söylemesi...
Bilmem sizler de dönmeye karar verenlerin ve dönenlerin farkında mısınız?" (HK)
Künye: Diyarbekirli Udi Yervant Bostancı Ula Fille Hoş Geldin ,Şeyhmus Diken, İletişim Yayınevi
* 1500'lü yılların eseri Surp Sarkis Ermeni Kilisesi. Cumhuriyet döneminde çeltik fabrikası olarak kullanıldığından halk arasında "Çeltik" ya da "Çeltük" Kilisesi olarak biliniyor ve öyle anılıyor.
** Şeyhmus Diken, Gittiler İşte, Aras Yayıncılık, İstanbul, 2011, 2. baskı, s. 50.
kitap, hazırlığı sırasında bir zıbında zuhur eden anlatıya vefa borcu yerine de sayılmalı.
*** Dengbej: Kürtlerde, enstrümansız olarak sadece insan sesiyle, yaşanmışlıkları destansı bir edayla sese ahenk katarak musiki yapma sanatı ve bu sanatı icra edenler.