21 yıl önce bu günlerde gazetelerde, dergilerde çıkan ilanlar devrimci sanatçı, balet Aydın Erol’un hayatını kaybettiğini haber veriyordu. Sevgi, özlem dolu içten sözcükler, onun için yazılmış şiirlerle bezeli ilanlar aylarca yayınlandı. Onu tanımayanlar, ölüm ilanlarından ışıltılı gözler, sevecen bakışlarla kendilerine bakan Aydın Erol’un nasıl olup da bu kadar sevildiğini anlamaya çalışıyor; onun kim olduğunu merak ediyorlardı.
Çekirdekten devrimci
1956 yılında Erzurum’da bir ilkokul öğretmenin sekizinci çocuğu dünyaya gelir. Adını “karanlığa ve gericiliğe karşı” Aydın koyar babası. Devrimcilerle büyür. Deniz Gezmiş’in ikinci kuşaktan kuzeni, 27 Mayıs gençlik hareketi liderlerinden Tıp Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanı Memduh Eren’in yeğenidir.
Çekirdekten devrimci, sanata, özellikle de baleye tutkuyla bağlıdır. İlkokulu bitirir; Devlet Konservatuvarı Bale Bölümü’ne birincilikle girer. Bale ile devrimciliğin el ele yürüdüğü bir hayat başlar. O yıllarda konservatuar öğrencisi olan Aydın’ın devrimci ağabeylerinden -1 Mayıs Marşı’nı Türkiye emekçilerine ve devrimcilere armağan eden- Sarper Özsan, şöyle anlatır onu:
“.. ilk tanıdığımda 11 yaşındaydı. 1967 Aralık’ında Ankara Devlet Konservatuvarında 14 gün süren bir yemek boykotu yapmıştık. … Işte bu süreç içinde Aydın, küçük yaşına rağmen bizim ve boykotumuzun bir parçası oldu. Ona birçok abla ve ağabeylerinden daha çok güveniyorduk. Kıvırcık saçları, gülen gözleri, aydınlık yüzü, saygılı ve sevgili tutumuyla hepimizin gerçek bir kardeşi olmuştu.”
Aydın’ın “faaliyet alanı” Devlet Konservatuvarı ile sınırlı değildir. O yıllarda Cebeci’deki anti-faşist mücadelenin odağı olan Ankara Tıp Fakültesi’nin kantininde, bahçesindeki yeşil çim sahada siyah boğazlı kazaklı, ta içinden gülen gözleriyle, attığı parendelerle coşkulu hareketleri, konuşmalarıyla çok kısa bir sürede devrimci ağabey ve ablalarının kalbini ve dostluğunu kazanır. O çocukluktan yeni çıkmış delikanlı, afacan ortaokul çocuğu, tüm toplantılara, yürüyüşlere ve hatta o günün coşkulu eylemlerine katılır, delikanlı yaşamını devrimci mücadelenin içine katar.
‘Sizi mutlaka kaçıracağız"
12 Mart gelip çatar. Aydın ve ailesi 12 Mart kıyımından nasibini alır. Kuzeni Deniz idam edilir. Devrimci ağabey ve ablalar toplanıp cezaevlerine doldurulur. Aydın, görüş günlerinde harçlığından artırıp aldığı küçük hediyeler ve yaşlı gözlerle görüş günlerine gider “merak etmeyin sizi hapishaneden mutlaka kaçıracağız” diyerek cesaret ve umut verir mahpus devrimcilere.
12 Mart döneminin kanlı ve karanlık günlerinde Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kızıldere’de, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının darağacında noktalanan hayatları ve mücadeleleri yeni yetişen gençliğin heyecanına ve direnişçiliğine sembol olmuştur. 68’in önderlerine sahip çıkarak yeni bir antifaşist antiemperyalist gençlik hareketi için yola çıkan , Devrimci Gençlik’e büyük bir heyecan ve coşkuyla katılır.
Devrimci balet
1975’de Ankara Devlet Konservatuvarı Bale Bölümü’nü bitirir; Devlet Opera ve Balesi’nde çalışmaya başlar. Gelişmesine büyük emek verdiği Devrimci Gençlik’in büyüyüp Devrimci Yol oluşunu emekçi bayramıyla birlikte 1977 1 Mayıs’ında arkadaşlarıyla coşkuyla kutlamak üzere Taksim Meydanı’ndadır. Bayram kana bulanır. 1 Mayıs katliamı, bütün ülkeye yayılacak faşist saldırı ve katliamların habercisidir.
Anti-faşist mücadelenin yükünü Devrimci Yol’da yürüyen arkadaşları ile birlikte üstlenen Aydın için iyi bir balet olmak iyi bir devrimci olmanın parçasıdır. “Estetikle bütünleşemeyen devrimci içeriklerin söylemlerin kuru ve itici olduğunu” düşünmektedir. Çeşitli opera ve bale temsillerinde rol alan Aydın’dan “en yetenekli baletlerimizden” diye sözedilmektedir. Sanatında ilerlemek için 1978’de Royal Ballet’den kazandığı üç aylık burs ile İngiltere’ye gider. Kraliyet balesinde eğitim görür. İngiltere günlerinin en güzel yanı Sovyet balet Nureyev ile kurduğu dostluktur.
İngiltere dönüşü baleye ve devrimciliğe dört elle sarılır. Devrimciler arasında yaşanan politik tartışmaların zaman zaman sertleştiği günlerde hangi siyasi gruptan olursa olsun bütün devrimcilerin sevdiği, saydığı biri olarak birleştirici bir rol oynar. Aydın’ı konservatuardaki çocukluk günlerinden tanıyan Özsan şöyle anlatır 70’lerin ikinci yarısındaki sıcak mücadele ortamında Aydın’ı:
“Sonra büyüdü gelişti, kaya gibi sağlam bir delikanlıydı artık insanın gözlerinin içine bakıp ve elinizi sağlam bir şekilde kavrayıp kuvvetle sıktı mıydı, güven duygusu kaplardı içinizi. Bu kişiden zarar gelmez, insanın dostu olursa böyle olsun derdiniz içinizden.. Eskisi kadar sık olmamakla birlikte konservatuvardan sonra da ilişkimiz sürdü. Ayrı siyasal görüşe sahip olduğumuzu sezinliyordum. O benim görüşlerimi biliyordu ama kendi görüşlerini açmıyordu. Ben de sormuyordum. Hangi görüşten olursa olsun o benim için sevgili Aydın’dı. Aynı düşünceyi o da benim için besliyor olmalıydı ki 12 Eylül öncesinin o hoşgörüsüz, düşmanlığa varan fraksiyon çatışmaları sırasında bile bana olan saygısını sevgisini bozmadı.”
12 Eylül
12 Eylül’de tutuklanır; İstanbul Devrimci Yol Davası’ndan yargılanırken, 12 Eylül’e karşı direnişi örgütlemek üzere 1982 yılında yurtdışına çıkar. Kısa bir süre Paris’te kaldıktan sonra Hamburg’a geçer. Yüreğinde ve kafasında Türkiye’deki arkadaşları vardır. Sıcacık sevecen gülüşünde ifadesini bulan birleştiriciliğini erişebildiği kadar her yere taşımaya çalışır; hangi siyasi gruptan olursa olsun hiçbir ayrım gözetmeden her devrimciye yardım elini uzatır tüm olanaklarını herkesle paylaşır.
Sevecen, güleç yüzlü Türkiyeli devrimci bir efsane kahramanına özgü yetenekleriyle güncel siyaset sorunlarının üstesinden gelirken sanatın her dalının özellikle de bale gibi “elit” bir sanatın incelikleriyle donanmıştır. Yüzyıllar boyunca Avrupa düşüncesinde/sanatında (Aydın’ın branşı olan balede) -hatta Avrupalı devrimcilerde de- hakim olan “Öfkeli Türk”, “Celalli Türk”, “Korkunç Türk” imgesini paramparça eder. Tıpkı “le Turc Genereux” (“Gönlü Yüce Türk”) balesindeki gibi insana dair bütün erdemlerle donanmış bir Türk olarak Avrupalı dostlar edinir. Çeşitli siyasetlerden aranan kişilerin yurtdışına çıkışlarını bu dostlarının da yardımıyla sağlar.
Gerilla kampında bir balet
Aydın Erol, yalnız Avrupalı devrimciler için değil Türkiyeli, Ortadoğulu devrimciler için de şaşırtıcı, tuhaf biridir. Onu, devrimcilerin Ortadoğu’da Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’ni oluşturdukları günlerde Lübnan’daki Filistin Kampları’nda gece nöbetlerini tutarken Filistinlilerin şaşkın bakışları altında bale hareketleri yaparken gören devrimci arkadaşları karınlarını tutatak gülmüşlerdir.
12 Eylül faşizmine karşı direnişin örgütlenmesinde Yavuz kod adını alan Aydın Erol, yurtdışı örgütlenmesinin daha bilinçli şekilde dayanışma, destek, lojistik ve eğitim üssü haline getirilmesi, ilişkilerin kısa süre yurtdışından koordine edilerek, koordinasyonun yurtiçine taşınması gibi önemli görevler üstlenir.
Kırdaki arkadaşlarına lojistik destek için yurtdışındaki bütün imkanları harekete geçirmek için Yaşathak Arslan, Mahmut Memduh Uyan gibi arkadaşlarıyla insanüstü bir gayret sarfeder ama ne yazık ki çabaları, arkadaşlarının bir kısmının öldürülmesine, bir kısmının gelişigüzel bir şekilde şehirlere gelip yakalanmasına engel olmaya yetmez.
Burası özgürlüğün sesi radyosu
Arkadaş, yoldaş ölümleriyle umutsuzluğun, karamsarlığın karabasan gibi çöktüğü günlerde Yavuz, Cunta’ya şaka/nanik yaparak arkadaşlarının yüzünü güldürürür. Yaşathak Arslan anlatıyor:
“1982 sonları veya 1983 başlarında, İstanbul’da harika bir olay gerçekleşti. Tabii ki sevgili Aydın Erol’un (Yavuz’un) yeteneği ve büyük özverisi sayesinde. O tarihlerde akşam haberlerini izlemek için ekran başına geçen İstanbullular, Kenan Evren’in konuşmaya başlamasından kısa bir süre sonra sesinin kesilişine tanık oldular. Televizyondan duru ve gür bir ses yükseldi: 'Burası özgürlüğün sesi radyosu. Size Devrimci Yol savaşçıları sesleniyor.' Bu yayın sonra başka illerde de yapıldı. Birkaç yıl sonra, İstanbul’da rastladığım iki akrabam, bana o sesi işitince olağanüstü bir heyecan duyduklarını, insanların biribirlerini telefonla kutladığını anlattı.”
‘Elinizden geleni yapın"
Yavuz’un lojistik desteğine kendisine özgü incelikler, muziplikler eşlik etmektedir. 1985 yılbaşı öncesi arkadaşlarına gönderdiği “paket”ten “orijinal” bir içki çıkmıştır. Mahmut Memduh Uyan, Yaşathak Arslan, eşleri ve arkadaşları İstanbul Haseki’de bir evde Yavuz’un hediyesiyle ve 1985’e dair umutlarıyla sarhoş olmuşlardır yılbaşı gecesi… Ancak 1985’e kara haberlerle girilir: 6 Şubat’ta Mahmut yakalanır. Yaşathak Arslan Şehzadebaşı Postahanesi’den aradığı Yavuz’a o günlerde İstanbul’a akın eden İranlıların gürültü patırtıları arasında sesini duyurmak için bağıra çağıra “Mahmut yakalandı elinizden geleni yapın” der ve ahizeyi kapatır.
Yavuz ve arkadaşları “elllerinden geleni” yaparlar. Cezaevleri, işkence, politik tutsaklar ile ilgili yoğun bir kampanya başlatırlar. Yavuz için görevin büyüğü küçüğü yoktur. Türkei İnfo’nun (Türkiye Enformasyon Bürosu) “Türkiye’deki Politik Tutuklulara Özgürlük Kampanyası”nın bildiri ve afişlerini hazırlamaktan, Göçmen Dergisi’nin baskı öncesi hazırlıklarına kadar herşey onun eline bakmaktadır. Fotografçılıktan grafik düzenlemeye kadar öğrenmiştir yayıncılığı. Yüzlerce devrimciyi şu grup, bu siyaset demeden cuntanın gazabından kurtarmak için hazırladığı sahte belgeler, pasaportlar bu işleri öğrenmesi için iyi bir pratik olmuştur.
Sürgünde sanat gecesi
“Türkiye’nin en yetenekli baletlerinden” Aydın’ın sanatında yoğunlaşıp aktif siyasetten uzaklaşması gerektiğini düşünen sanat çevrelerinden arkadaşlarına cevabı “ben devrimciliği çok seviyorum devrimci mücadelenin içinde aktif olarak yoksam yaşayamam” olur. Sanatı, baleyi de bir kenara bırakmış değildir. Bisikletiyle Hamburg sokaklarında Türkei Info’dan, Göçmen Dergisi’ne, Devrimci İşçi’den, Alman Demokratik Kuruluşlarına koşturup durmaktan diz kapaklarında meydana gelen ağrılara rağmen bale yapar; baleyi düşünür. Devrimci içerikli bale eserleri ortaya koymak üzere çalışır. Khachaturian Spartacus Balesi onun için ufukaçıcı olur. Nazım Hikmet’in şiirlerini klasik baleye uyarlama tasarımını yüksek sesle düşünmeye başladığında yakın arkadaşlarından bile dudak bükmeler, bilgiç bilgiç baş sallamalar sezinler ama Almanlardan kurulu ( Sürgün olarak yaşadığı ülkede çeşitli halklardan gelen göçmenlerle evsahibi halkın kültürünün etkileşerek birarada yaşama kültürünün geliştirilmesinde göçmen sanatçılara görevler düştüğünü düşünerek) “Yakamoz” adını verdiği dans grubunun çalışmaları ilerledikçe önceleri dudak bükenlerin işin güzelliği karşısındaki coşkularını görerek heyecanlanır. Sahneyecekleri gösteri bir anlamda meydan okumadır dosta düşmana..
18 Kasım 1987 akşamı Hamburg Kampnagel’de sergilenecek Sürgünde Sanat Gecesi için hazırlıklar bitme noktasına gelmişken kafasında yeni bir soru vardır: “Göçmenlik koşullarında yaşanan bir aşk ilişkisini konu alan bir müzikal yapılamaz mı?” Tasarladığı kadro için düşündüğü oyuncularla görüşmelere başlar.
Yavuz ölüm
24 Ekim 1987 günü her zamanki gibi bisikletiyle ordan oraya koşturmakla geçer. Akşam saatlerinde çocukluk ve mahalle arkadaşı Taner Akçam’ın doğum günü kutlaması için Emek Lokantası’nın yolunu tutar. Gecenin ilerleyen saatlerinde bildiri dağıtmak üzere lokantaya gelen bir grupla Aydın ve arkadaşları arasında sözlü sataşmalardan sonra kavga çıkar; birileri silaha sarılır ve ateş sırasında Aydın Erol vurulur. Tüm devrimci gruplar tarafından sevilip sayılan ve cuntaya karşı birlik ve mücadeleye öncülük eden Aydın Erol gibi bir devrimci, bir devrimcinin kaza kurşunuyla hayatını kaybeder.
Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelen binlerce sürgün 1 Kasım 1987 Pazar günü Hamburg’ta Yavuz’u memleketine uğurlamak üzere toplanır. Yavuz, 4 Kasım’da memleketindedir. Karanlık bir Ankara gününde yüzlerce arkadaşına ağabeyi Aras Erol şöyle seslenir:
“Aydın, dürüst ve namuslu bir babanın haram lokma yemeden büyüyen bir çocuğuydu. Tahsilini yaptı, sanat alanında başarılı oldu. Yaptığı bir kareografiyi göremeden öldü. İnandıkları uğruna hiç sapmadan dürüst ve yiğitçe savaştı anısı ve mücadelsi onu sevenlerin yüreğinde yaşayacaktır.”
Arkadaşları yumruklarını kaldırarak saygı duruşunda bulunmak isterler ancak polis başka cenazeler olduğunu ileri sürerek kollarını indirmelerini ister. Yavuz’u bir devrimciye yakışır şekilde uğurlamakta kararlı olan arkadaşlarına polis saldırır. Bir cenazeye saldırma alçaklığını görüntülemek isteyen gazeteciler dövülerek gözaltına alınır. Fotograf makinelerine el konulur.
Aydın Erol, ışık patlamalarıyla dolu bir fonda sürdürdüğü dansını bundan yirmi bir yıl önce bitirdi. Şimdi bazılarına yirmi bin yıl öncesi gibi gelen o günlerde, Aydın Erol, sevgi ve yoldaşlık dolu soluğuyla bambaşka bir dünya için ter döküyordu. Onun üzerine düşen kanlı perde, yoksul sokaklar, sahipsiz çocuklar, yiten umutlar ve gittikçe kabaran düşmanlık dalgaları olarak hâlâ o uğursuz sahnede duruyor.
Onu hatırladığımız günlerde, Aydın Erol’un yorgun ama sevecen gülüşüyle bizi izlediğini düşünüp yalancı bir avuntuya sarınmak istiyorsak da, o zamansız ve haksız vurulmuş her kuğu gibi sessizliğin içinde dans ediyor.
Ve galiba bizler o dansa teklifsizce katıldığımız gün, hayata dair en temiz, en masum ve en dürüst adımımızı atacağız…(MG/EÜ)
* Murat Gültekin'in yazısı Birgün'ün 12 Ekim tarihli sayısında yayınlandı.