"Bir gün Orta Tedrisat Müdürü odasında çalışıyordum. Kalpağımı masanın bir kenarına koymuştum. Kapı açıldı. İçeriye kısa boylu bir Erkanı Harbiye albayı girdi. Onu görünce ayağa kalktım, kalpağımı giydim. 'Buyurunuz' dedim. Bu zat 'Ben, Garp Cephesi Erkanı Harbiye Reisi İsmet' dedi. Kendisini masamın önündeki iskemleye buyur ettim, oturdu.
'Beni size Dr. Rıza Nur Bey gönderdi. Orduca karar verdik. Bir İstiklal Marşı istiyoruz. Bunun güftesini ve bestesini ayrı müsabakaya korsunuz. Her birini kazanana beşer yüz lira vereceğiz' dedi. Emirlerini hemen yapacağımı söyledim. O da kalktı gitti."
Bu satırlar 1921'de Maarif Vekâleti'nde orta dereceli eğitimden sorumlu olan Kazım Nami (Duru) Bey'e ait.
Milli şair görev başında
O sırada Ankara'da ev bulamadığı için, Taceddin Dergahında misafir edilen ve Meclis'e Burdur Milletvekili olarak katılan, "Çanakkale Şehitleri" ve "Bülbül" gibi efsanevi şiirlerin sahibi Mehmet Akif (Ersoy)'un "Milletin başarılarının para ile övülemeyeceğini" düşündüğü için yarışmaya katılmak istemediği, yarışmaya gönderilen 724 şiiri gözü tutmayan Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tannöver) Bey'in kendisine yazdığı davet mektubundan sonra fikrini değiştirdiği bilinir.
On elemeyi geçen yedi şiir Mustafa Kemal'in oturum başkanlığı yaptığı 12 Mart 1921 günü tartışmaya açılır. İyi bir hatip olan Hamdullah Suphi Bey, gür sesiyle Akif in şiiri okuduğunda milletvekilleri büyük bir heyacana kapılırlar. Diğer şiirlerin okunmasına gerek görülmez. Halbuki bazılarına göre o şiirler Akif in şiirinden "daha milliyetçi"dir.
Örneğin onlarda "Türk" terimi geçerken, Akif'inkinde "ümmet" anlamına gelen "ırk" terimi vardır. Şiir iki kez daha okunurken, Akif, utangaç bir tavırla başını kollarının arasına saklayarak, sıranın üzerine kapanmıştır. Hamdullah Suphi'nin hemen oylamaya geçmek istemesine, itiraz eden Bolu Milletvekili Tunalı Hilmi Bey şiirin bazı yerlerinin tadil edilmesi gerektiğini ima eder.
Ona göre oylamanın oldubittiye getirilmesi marşın meşruiyetini zedeleyecektir. Ama sözünü dinletemez ve Hamdullah Suphi'nin el kaldırma usulüyle yaptığı oylama sonucu Akif in şiiri "çoğunlukla" İstiklal Marşı olarak benimsenir. O günlerde büyük yoksunluk içinde yaşayan Mehmet Akif, yarışmanın başındaki tutumunu sürdürecek ve 500 liralık ödülü, Darü'l Mesai adlı hayır kurumuna bağışlayacaktır.
Şair çok ama besteci yok
Sıra beste yarışmasına gelmiştir. Aralarında şiir yarışmasına katılan Kazım Karabekir'in de olduğu 24 "besteci" eser göndermiştir, yani katılım çok düşüktür. Fakat o günlerde Yunan ordusu Polatlı'ya kadar yaklaştığı için Hükümetin ve Meclis'in Kayseri'ye nakli düşünülmektedir.
Sonunda, Meclis'te ordunun Sakarya'da savunma düzenine geçilmesi fikri galip gelerek, Ankara'nın tahliyesinden vazgeçilir ama yarışma unutulur gider. Bunun üzerine bazı bestekarlar kendi bestelerini çevrelerinde "İstiklal Marşı" diye yaymaya başlarlar. 1924'te bu kargaşaya son vermek için Milli Eğitim Bakanlığında bir kurul oluşturulur ve Ali Rıfat (Çağatay) Bey'in Türk müziği etkisindeki "acemaşiran" motifli bestesinde karar kılınır.
Ancak 1930'da nedendir bilinmez, Riyaset-i Cumhur Orkestrası Şefi Osman Zeki (Üngör)'ün Batılı tarzdaki bestesinin "milli marş olarak kabul edildiği" memleketin dört bir köşesine bildirilir. Batıcı modernleşme çabalarının bir sonucu olarak Türk musikisinin gözden düşmeye başlamasının ilk işaretidir bu karar.
İlk mezurlar
Ancak bu tarihten itibaren, "larda yüzen alsancak...", "nim milletimin..." "bu celal sana...", "kanlarımız sonra helal hakkıdır" gibi dizelerle savaşmak zorunda kalacaktır vatan evlatları. Çünkü marşta "prozodi hataları" vardır, yani güfte ile beste arasında bir ahenk yoktur. Marşın neden böyle olduğunu irdelemeden önce marşın besteleniş hikayesinin Zeki Üngör versiyonunu dinleyelim:
"İstiklal Savaşı'nın devam ettiği sıralarda ben Muzıka-i Hümayun muallimi idim. Yani doğrudan doğruya saraya ve Vahdettin'e bağlıydık (...) Kurtuluş ordusu süvarilerinin İzmir'e girdiklerinden iki veya üç gün sonra evimde, Talim-Terbiye Heyeti azası ve terbiye mütehassısı dostum Haydar merhumla oturuyorduk. Kapı çalındı. İlkokul öğretmeni İhsan merhum geldi. Büyük bir heyecan içinde süvarilerin İzmir'e girişlerini anlatmaya başladı. Hepimiz coşmuştuk. Heme kalkıp piyano başına geçtim. Ve derhal içimde doğan parçayı çalmaya koyuldum. Böylece marşın ilk 'ti' yerine kadar akordu çıktı. Bu şekilde iki üç mezür yaptım (...) İki gün sonra beste bitti. Götürüp arkadaşlara gösterdim. Çok beğendiler.
Bunun üzerine bu müziği milli marş olarak takdime karar verdim. Kıymeti hakkında daha kat'i bir fikir edinmek maksadı ile besteyi Viyana Konservatuarı direktörüne gönderdim. On gün sonra direktörden gelen bir mektupta eserin çok orijinal bulunduğu ve melodisinin Türk ihtişamına yakışacak şekilde olduğu belirtilerek tebrik ediliyordum. Bu mektup geldikten on beş gün sonra beni Ankara'dan çağırdılar, gittim. Bana Muzıka-i Hümayun-u bütün kadrosu ile Ankara'ya nakletmek vazifesi verildi (...) Vahdettin henüz padişah olduğu için bu işleri gizli yapıyorduk. Bir ay sonra da kimseye bir şey söylemeden Ankara'ya gittim. Ve hemen İstanbul'daki arkadaşları bir telgrafla çağırdım. Üç gün sonra geldiler. Böylece milli marşı bu heyete ilk defa olarak Ankara'da verilen o baloda Atatürk'ün huzurunda çaldık. İşte milli marş böyle bestelendi."
Dörtnala atlılar nerede?
Milli marş yazmaya talip bir bestecinin onay için "gayri milli" bir kaynağa, Viyana Konservatuvarı'na başvurmasının garabeti bir yana, Osman Zeki Bey, marşın pek ölgün bulunan ritminin kabahatini de başkalarına atarak temize çıkar.
İddiasına göre kendisi marşı İzmir'e dörtnala giren adıların sesini düşünerek bestelemiştir ancak kaydı yapan "Sahibinin Sesi" stüdyosunda teknisyenler, bunun çok süraüi bir marş olduğunu söylemişler, bu nedenle plağın aynı yüzüne bir marş daha çalmasını rica etmişlerdir.
Buna itiraz eden Osman Zeki Bey, "Marşı biraz ağır çalalım, böylece plak dolar. Sonra çalınırken gramofon biraz hızlıya ayarlanır, olur biter" demiştir. Ancak daha sonra halk marşı çalarken gramofonu hızlıya ayarlanması icab ettiğini düşünem. Bu açıklamaya inanip, "keşke böyle yapmasaydı" deyip geçiyoruz, çünkü ortada çok daha vahim bir iddia var.
İntihal mi?
O yıllarda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) Bursa Milletvekili olarak görev yapan askeri doktor Osman Şevki (Uludağ) Bey'e göre Osman Zeki Bey'in beşteki Karmen Silva adlı bir Alman (veya Avusturya) sokak şarkısından esinlenerek yapılmıştır. Yani özgün olmayan bir eserdir.
1924'ten 1930'a kadar geçerli olan Ali Rıfat Bey'in bestesinin "prozodi" açısından çok daha iyi olduğunu düşünen Osman Şevki Bey, bu iddiasını defalarca Meclis kürsüsünde dile getirmiş ancak ne besteciden ne de yetkililerden tatmin edici bir cevap alamamıştır. Şimdi sözü Osman Şevki Bey'e bırakalım:
"...Sekiz ay sonra Ali Rıfat Bey'in kardeşi Samih Rıfat Bey, Maarif Vekaletinden ayrılmış, onun yerine [Süleyman] Necati Bey geçmişti. Bu esnada Zeki Bey İstanbul'dan Ankara'ya gelerek yerleşmişti. Rivayete göre Zeki Bey kendi bestesinin Milli Marş olması için [Atatürk'ün eşi] Latife Hanım'ın tavassutunu rica etmiş ve o da Necati Bey nezdinde iltimas ederek bu suretle Ali Rifat beyin marşı men olunmuş ve sırada dördüncü olan Zeki beyin bestesi onun yerine geçmiştir. Bu rivayeti o zamanın mebusları hep böylece naklederler.
Zeki Bey'in, kendi zamanında iyi bir viyolonist olduğunu söylerler. Fakat bu muhterem zatın besteciliği hakkında biz, ancak menfi bir kanaat sahibiyiz. Evvelce Maarif Vekaleti tarafından mekteplerde okutulan bir musiki kitabında 'papatyalar' adlı şarkının notaları üstüne kendisinin 'bestekar' diye imza atması ve eskiden Sati Bey'in mektebinde musiki hocalığı ettiği esnada bunu talebesine kendi eseri olarak göstermesi hoş görülmez (...)
Ben bunu 07.05.1940'da CHP Meclis Gurubunda Maarif Vekilinden sordum ve izahat istedim. Sonra da İstiklal Marşı'na geçerek bunun ilk kısmını teşkil eden on ölçüsünün Karmen Silva adında bir sokak şarkısından transpozisyon suretiyle alındığı rivayetini naklettikten sonra sordum:
'Bu Marş, İstiklal Marşı olarak ortaya çıkarılmazdan evvel Vahdettin'e marş olarak takdim edilmiş midir, değil midir? Bu marşın orkestrasyonunu yapan Ermeni milletinden [Edgar] Manas Efendi değil midir?"
"Bizde bestekar yoktur"
Maarif Vekili Hasan Ali Yücel kendisine şu cevabı vererek adeta iddiaları doğrulamıştır:
"... Demek isteniyor ki bizim bestekarlarımız, kompozitörlerimiz yoktur, başka milleüerin bestelemiş oldukları şarkıyı alıp sözlerini değiştiriyor ve bu nağmeleri alıp kendi çocuklarımıza veriyoruz. Üstelik de bunları nereden aldığımızı söylemiyoruz. Arkadaşımızın bunda hakkı vardır. Çünkü hakikaten bir kısım şarkılarda ve marşlarda böyle iktibaslar, intihaller yapılmış ve bunu yapanlar da kemali cesaretie kendi adlarını altına koymuşlardır (...) Mütehassısların bendenize söylediklerine göre bu bize Karmen operasından bir kısım değil de Karmen Silva diye bir vals varmış, revaçta imiş, onun bilmem kaç batutası benziyormuş. Zeki Bey bunun orkestrasyonunu Ermeni bir zata yaptırmıştır..."
Sonuçta, Osman Şevki Bey'in ısrarlı sorularına rağmen, Zeki Üngör, eserini kısmen Karmen Silva adlı sokak şarkısından kopya ettiği yolundaki iddialara karşı suskun kalmıştır. Dolayısıyla İstiklal Marşı'nın bestesi üzerindeki 'gayri millilik' şaibesi hâlâ devam etmektedir! İlgililere duyurulur...
Şakıyan üç genç kız
Türklerin en çok bildiği ve sevdiği üç marştan biri olan "Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar" diye başlayan Gençlik Marşı, İsveçli besteci Felix Körling'e ait bir ormancı şarkısı. Marşın asıl adı "Tre Trallade Jantor" yani "Şakıyan Üç Genç Kız". Bazıları şarkının sözlerinin erotik olduğunu söylüyor ama İsveççe bilmediğim için kontrol edemedim.
Marşın "millileştirilmesi"1900'lerin başında oluyor. İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından kurulan "paramiliter" Osmanlı Genç Dernekleri'ndeki gençlerin "milli duygularının yoğunlaşması için" Mektebi Sultani'nin idman hocalarından Selim Sırrı (Tarcan) müzik eğitimi için gittiği Stockholm'den bir grup notayla gelir.
Gerisini İstanbul Erkek Muallim Mektebi Türkçe öğretmeni Ali Ulvi (Elöve) Beyden dinleyelim:
"Bir gün okulun uygulama odalarından birinde çakşırken, Selim Sim Tarcan ziyaretime geldi. O günlerde pek gözde olan bir İsveç marşı için güfte yazmamı istedi. Vakit geçirmeden çalışmaya koyuldum. I. Dünya Savaşının aleyhimize döndüğü yıllardı o yıllar. Gençlik ve halk kaygıya kapılmıştı. Marş yazarken başlıca amacım bu havayı dağıtmak, gençlere azim, ümit ve kalp vermek oldu..."
Mustafa Kemal çok seviyor
Marş ilk kez Ali Ulvi Bey'in okulunda [bugün St. Joseph Koleji] çalınır ve pek sevilir. Okul dışındaki ilk icrası ise 1916'nın ilkbaharında Kadıköy'de İttihat Spor Çayırı'nda olacaktır. Marşın Cumhuriyet döneminin en sevilen marşı olmasını ise Mustafa Kemal'e borçluyuz.
Önce Samsun'a giden Bandırma Vapurunun güvertesinde yıldızlara bakarak dalgaların sesini dinlerken; Samsun'dan Havza'ya giderken Çamlıbel mevkiinde arabası bozulduğunda ise yürüyerek Havza'ya giderken güç toplamak için, yanmdakilerle bu marşı söylemiş. Milli Mücadele sırasında ordudaki subaylara moral veren marşın resmen "milli marş" olması ise ancak 20 Haziran 1938 tarihli, 2400 Sayılı Kanun'la olmuş.
Bu bölümü eğlenceli bir anekdotla bitirelim: 1955'te İsveç'ten bir kız jimnastik ekibi İstanbul'a gelir. Spor ve Sergi Sarayı'nda yaptıkları gösteriyi piyano eşliğinde söyledikleri bir şarkıyla bitirirler. Şarkı "Tre Trallade Jantor"dur. Bunu Türklere yönelik bir jest sanan izleyiciler ayağa kalkar ve "Dağ başını duman almış/Gümüş dere durmaz akaarrrrr...."diye İsveçli sporculara eşlik eder. Durumu bilmeyen İsveç medyası da "centilmen Türk seyircisinin İsveçlilere jesti" olarak yorumlar. Nereden bilsinler, tam 40 yıl önce şirin şarkılarını millileştirdiğimizi...
Kemalist Güzelleme: 10. Yıl Marşı
Müziği "devşirme" olan marşlardan bir diğeri bazı kaynaklara göre İstiklal Marşının yerine hazırlatıldığını söylenen 10. Yıl Marşı. Marş adından da anlaşılacağı üzere 1933 yılında Cumhuriyet'in 10. yıldönümü kutlamaları için hazırlanmış. Güftesi Faruk Nafiz (Çamlıbel) ve Behçet Kemal'e (Çağlar), bestesi Cemal Reşit'e (Rey) ait olan marş, tüm dünyaya bir zamanların "Hasta Adamı"nın nasıl dirildiğini ve 10 yılda ne büyük işler başardığını anlatmayı amaçlıyor.
Marşı ilk kez 14 Ekim'de dinleyen Mustafa Kemal'in marşı beğenmesi üzerine önce İstanbul'da Beyazıt ve Taksim meydanlarında, Şehir Bandosu'nun eşliğinde marş talimleri yapılmış, ardından bütün yurtta bir marş seferberliği başlatılmıştı. Ancak 1940'larda çocukların ağzında "Hamama da gittik nalınla / Annem bizi yıkadı / Mis kokulu sabunla" şekline dönüşen marş, uzun süren bir kış uykusuna yattı.
1990'larda Güneydoğu'da kan gövdeyi götürünce Cumhuriyet'in bekasına ilişkin kuşkulara kapılan kesimler tarafından tozlu raflardan indirildi ve yeniden dolaşıma sokuldu. Bunda Cumhuriyet'in 75. Yılı için bestelenen marşın tutmamasının da rolü büyüktü. 28 Şubat 1997'de TSK tarafından RP-DYP Koalisyonuna verilen muhtıra sonrasında ise adeta Kemalist bir meydan okumaya dönüştü.
O tarihten bu yana Türkiye'yi iç ve dış düşmanların saldırısı altında hisseden kesimler, 10. Yıl Marşını topluca okuyarak kendilerini güçlü hissetmeye çalışıyorlar. Aynen mezarlıktan geçerken ıslık çalanlar gibi...
Beste "Gayri-milli" mi?
Bursa Milletvekili Osman Şevki Bey'e göre, Cemal Reşit Rey eseri bestelerken, librettosu (güftesi) ve bestesi ünlü yazar Jean-Jacques Rousseau'ya ait olan ve ilk kez 1752'de Kral XV. Louis'in huzurunda sergilenen tek perdelik "Le devin du village" (Köyün Kâhini) adlı operanın 'J'ai perdu tout mon bonheur/J'ai perdu mon serviteur' (bütün saadetimi kaybettim / hizmetçimi kaybettim) diye başlayan bölümden esinlenmiştir.
Osman Şevki Bey, bestedeki prozodi hatalarını bu kopyacılığa bağlar. Bu iddialara karşı uzun süre sessiz kalan Cemal Reşit Rey, sonunda böyle bir operanın tek bir notasından bile haberi olmadığını söylemekle yetinir. Ancak, Cemal Reşit Rey'in 1913'te, yani Jean-Jacques Rousseau'nun 200. doğum yılı etkinliklerinin düzenlendiği yıldan sadece bir yıl sonra, ailecek Paris'e yerleştiği; müzik eğitimini de bu ülkede aldığı düşünülünce "hiç duymadım" savunması inandırıcı görünmez. (AH/GG)
Kaynakça: Etem Üngör, Türk Marşları, Türk Kültürünü Araştırma Ens. Yayınları, Ankara, 1966; Ahmet Hatipoğlu, Türk Musikîsi Prozodisi, TRT Yayınları, Ankara, 1988; Nusret Karanlıktagezer, İstiklal Marşı ve Mehmet Akif Ersoy, 1986; Musiki Mecmuası, 1 Nisan 1954, S.74.