Dünya Ekonomi Forumu’nun hazırladığı Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksi’nde, Türkiye’deki durumun eşitlikten ne kadar uzak olduğunu bir kez daha görmüş olduk.
130 ülkeden oluşan listede Türkiye son on içinde, 123. sırada yer alıyor.
Köklü bir anlayış değişikliğine ihtiyacımız olduğu kesin. Ancak bu anlayış değişikliğine yol açacak olan temel metinler bile ulaşılabilir olmaktan çok uzaklar. Birçoğu hâlâ Türkçe’ye çevrilmedi. Temel bir kaynak olan Simone de Beavoir’ın
“İkinci Cins”i ise en son baskısını 70’li yıllarda yaptı; yeni bir baskısı hâlâ yok.
Neden ikinci cins?
Hâlbuki “İkinci Cins” okullarda okutulması gerekecek derecede önemli bir eser. İlk kez 1949 yılında yayınlanan bu eser, yayınlandığı tarihten beri, özellikle feminizm ve toplumsal cinsiyet alanlarında çalışanlar için bir başyapıt olagelmiştir. Hiç şüphesiz ki, kendisinden sonra gelen her düşünür ve araştırmacı, “İkinci Cins”e gönderme yapmak zorunda kalmıştır.
Bir başka deyişle, bu alanda çalışanlar ya da düşünenler için, bu başyapıtta anlatılanlar adeta bir başlangıç noktası olmuştur.
Bu kitapta Simone de Beauvoir, kadınların ne tür süreçler sonucunda ikincil statüye düşürüldüğünü anlatırken, “ikinci cins” ve “öteki cins” ifadelerini kullanır. Bu ifadeleri kullanmaktaki amacı, dünyanın kuruluş sürecinde kadınların rol almasının engellenmesini, kadınların “öteki” konumuna itilmesini imlemektir. Bir başka deyişle, kadınlar çeşitli iktidar ilişkileri sebebiyle, insanî mitsein’da (birlikte varoluş) yer alamamışlardır. Yer alamadıkları için hep dışarıda, öteki tarafta kalmışlardır. Bu sebeple hep insan dışı / başka bir varlık olarak görülmüşlerdir.
de Beauvoir’ın bu kitapta yaptığı açıklamalar arasında en bilineni ve toplumsal cinsiyet açısından belki de en önemlisi; insanın kadın doğmadığı, sonradan kadın olduğudur. Tıpkı sonradan erkek olduğu gibi... Çünkü insanın dişisinin ya da erkeğinin toplum içindeki görünüşünü ya da konumunu belirleyen herhangi bir biyolojik, ruhsal ya da kalıtımsal bir temel yoktur.
Nitekim çocuklar dünyayı cinsel organlarıyla ya da cinsiyetleriyle değil, elleri ve gözleriyle algılarlar. Doğum travması ya da sütten kesilme travması her iki cinsiyette de aynı şiddetle yaşanır. Her iki cinsiyetin de aynı ilgileri, zevkleri ya da korkuları vardır. Her iki cinsiyet, gelişimleri süresince psikolojik ve biyolojik olarak büyük benzerlikler gösterseler de, toplumsallaşma sürecinde onlar için farklı kaderler çizilir. de Beauvoir’ın dediği gibi, “çocuğun yaşamına başkalarının burunlarını sokuşu hemen hemen doğumla birlikte başlar ve küçük yaştan geleceği kulağına zorbaca fısıldanır.”
En son 30 yıl önce basıldı
Maalesef bu eser yaklaşık 30 yıldır kitapevlerinin raflarında, vitrinlerinde yer almıyor. Yani şuan insanlar, bu esere öyle kolay kolay ulaşamazlar. Üstelik Payel Yayınları tarafından Türkçe’ye çevrilen bu eserin hem dili, hem de basım şekli o kadar hatalı ki, mutlaka tekrardan ele alınıp çevrilmesi gerekiyor.
Payel Yayınları’ı 70’li yıllarda “İkinci Cins”i üç cilt halinde bastı. “Kadın” başlığıyla basılan bu kitapların alt başlıkları ise tamamen keyfi bir biçimde koyulmuştu. İlk cildin alt başlığı “Genç Kızlık Çağı”, ikincisinin “Evlilik Çağı”, üçüncüsünün ise “Bağımsızlığa Doğru”ydu.
Özelikle “Genç Kızlık Çağı” alt başlığı, hem politik olarak yanlıştı; hem de eserin orijinaliyle çelişmekteydi. Çünkü Simone de Beauvoir, bu eserin ilk cildi için “Genç Kızlık Çağı”nı değil, “Gerçekler ve Mitler” alt başlığını koymuştur. Zaten ilk ciltte anlatılanlar, kadınlar hakkındaki gerçeklere ve mitlere dairdir. Yani Payel Yayınları’nın koyduğu alt başlıkla, kitabın içinde anlatılanlar arasında herhangi bir bağ yoktu.
Aynı durum diğer ciltler için de geçerli. Örneğin ikinci cildin Payel Yayınları’ndan çıkan baskısında alt başlık “Evlilik Çağı” iken, kitabın orijinalinde “Günümüzde Kadınların Hayatı”… Benzer bir biçimde kitabın çevirisinde de büyük hatalar vardı. Bu sebeple, aslında sadık kalınarak tekrardan çevrilmesi gerekiyor.
Kapak resimleri
Bir diğer sorun ise kitabın baskılarındaki bazı kapak resimleriydi. Bu kitapların kapaklarında, kitabın içeriği ile hiçbir ilişkisi olmayan erotik resimler yer alıyordu.
Örneğin “Genç Kızlık Çağı”nın kapağı için uygun görülen resimde, genç bir kadının kaya üzerinde, tuhaf bir pozisyonda oturuşu gösterilir. Yanındaki kediyi sevmeye çalışan kadının göğüslerinden biri, oturuşundaki tuhaflık sebebiyle görünmektedir. Eteği ise tamamen sıyrılmıştır.
“Evlilik Çağı”nın kapağında ise, çıplak bir kadın davetkâr bakışlarla seyirciye bakar. Yatak üzerindedir, kasları gerilmiştir, saçı başı dağılmıştır.
Muhtemelen kitabın çok satması için bu resimler seçilmişti. “İkinci Cins” yerine “Kadın” başlığının atılması, alt başlıkların “Genç Kızlık Çağı” ya da “Evlilik Çağı” olması da yine aynı sebepten kaynaklanıyordu. Böylece eserin içeriğiyle hiç alakası olmayan, hatta eserin içeriğiyle tamamen çatışan bir imaj oluşturulmuştu.
Okullarda okutulmalı
Bu yüzden bu önemli eser, tekrar ele alınmalı, aslına uygun bir biçimde çevrilmeli ve yine aslına uygun bir biçimde tekrar basılmalı. Hatta bu kitap, halk kütüphanelerinden okul kütüphanelerine kadar her yere dağıtılmalı. Okullarda okutulmalı, üzerinde tartışılmalı.Özellikle bu ve benzeri kitaplar, çocukların her an ulaşabileceği yerlerde olmalı.
“İkinci Cins” gibi temel eserler okullara girmediği sürece, dönüşümün gerçekleşmesi için daha uzun bir süre bekleyeceğiz. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksi’ndeki konumumuzun yükselmesi, okullara kadar yayılan bir anlayış değişikliğinden geçiyor.(YB/EÜ)