Gülten Akın, bu yıl ilki verilen Erdal Öz edebiyat ödülünü aldı. "50 kuşağı"nın yazarlarından Öz'ün anısını yaşatmak amacıyla konulan ödülün seçici kurulu Tahsin Yücel, Doğan Hızlan, Cevat Çapan, Jale Parla, Nüket Esen, Semih Gümüş ve Celal Üster'ten oluşuyordu. Kurul, çağdaş Türkiye şiirinin günümüzde ulaştığı düzeyi yansıtma niteliği, şiire verdiği emek, son yıllarda kendi şiirinde yarattığı yenilik nedeniyle ödülün Akın'ın olmasına karar verdi.Biz de Akın'ı Mahmut Temizyürek'e sorduk...
Onun yarım yüzyılı aşkın edebi pratiği, hem özgün bir şiirin kuruluş öyküsü, hem de ülkemizin yakın dönem toplumsal tarihinin en belirgin izlerinin şiirde yaşam bulmasıdır. Belki bu nedenle, şiirinde iyilik olduğu kadar kötülük, acı olduğu kadar başkaldırı, aşk olduğu kadar ayrılık, insan olduğu kadar da doğa var.
Başlangıcı da sıkıdır bu şiirin. İlk üç kitabı delişmen bir gençliğin varoluşu içselleştirme deneyimi, yabancılaşmış dünyada daraltılmış bir ruhun zarif isyanıdır. Kişisel sesindeki temiz nota ve kırılgan ton, sonra denediği geleneksel sesler asasında bile hissedilir.
Bu genç, yetişkin yıllarında, şiirdeki başka bir kanala olağan biçimde yönelir. Şair, 1960’larda, yaşamını tam da toplumsal kavganın ortasına kurmuş olmasının şiirdeki izini ilk kez Kırmızı Karanfil ile gösterir. Yazdığı toplumsal temalarla iç içe yaşamaktadır; dönemindeki toplumsal rüzgarı perdesiz ve şemsiyesiz göğüsleyenlerden olmuştur.
Şairine benzeyen şiir...
İçtenlik ile titizlik, düşünce ile eylem, söz ile biçim birbirini zorlamadan bütünleşir şiirinde. Kırmızı Karanfil kitabıyla başladığı, Cahit Külebi, Oktay Rifat, Ceyhun Atuf Kansu, Ahmed Arif gibi büyük şairlerin yetkin deneyler ortaya koyduğu halk edebiyatı motiflerinin şiirde yeniden canlandırılması yolunu seçmiş, bu poetik tutumunu ısrarla sürdürmüştür: Maraş’ın ve Ökkeşin Destanı (1972), Ağıtlar ve Türküler (1976), Seyran Destanı (1979), 42 Günün Şiirleri (1986).
Modern ve geleneksel tüm şiirimizden feyz almış, bu iki büyük ırmağı kendi şiirinde birleştirmiştir. Bunca yüklenmeye karşın, ağırlıksız, zorlamasız ve uyumlu bir yapıdadır şiiri. Yalındır, titizdir, rastlantılardan çok şairinin kurduğu biçim öndedir. Şairine benzer şiiri, şairinin huyuna, yaşantısına. Aydın olmak, anne olmak, dahası 12 Eylül’de zindanda direnen, açlık grevinde ölüm pahasına zorbayla onur savaşına tutuşan gençlerden birinin annesi olmak sorumluluğunu üstlenmiştir bu şiir.
Acısını, abartmadan, incitmeden, özünü bozmadan, akılcılaştırmadan şiire dönüştürme poetiğinin adı olmuştur Gülten Akın adı. Bedenleri fırtınalar içindeki annelerin içerdeki çocuklarına gönderdikleri "Dayan" sesi; insanlara gönderdiği o tiz çığlığın notalı ağıdı; ilahilerdeki o yakarış, inleyiş ve umuttur onun şiiri. Yalnızca ülkemizde değil, Arjantin’den Balkanlar’a, Irak’tan Filistin’e, Afganistan’dan Afrika’ya dünyanın her yerinde acı çeken annelerin evrensel sesidir onun sesi.
Şairin sözü şiirindeyse başka söze ne gerek
"Sevda Kalıcıdır" kitabı aynı annelerin kendi kendine, içten içe, sessiz ağıdıdır. Dışarıdaki gibi içi de çatışmalar içindedir. O karşıt ruhsal durumlarla yüzleşmekten, yabancılaşmayı hissettiği anda kendini de hedef almaktan kaçınmaz. Sözü şiirinde bir şairdir; ayrıca bir söze gerek duymaz. Hayat olguları, benimsenmek ya da dışlanmak için iyice ölçülüp tartılmıştır şiirlerinde.
İçsel ve dışsal çatışmalarıyla yüzleşme cesareti gerilimli ve derin bir şiirin kurulmasını, bilgeliği ise bu şiirin enginlik kazanmasını sağlamış, Sonra "İşte Yaşlandım", "Sessiz Arka Bahçeler" ve "Uzak Bir Kıyıda" kitaplarındaki şiirlerle Türkçe’de şiirin eşsiz bir burcunu kurmuştur. Toplumsal kavga içinde yaşamış bir kuşağın, analı babalı, oğullu kızlı dünyasında direnirken yücelmenin, yücelirken büyüklenmeye düşmemenin, bunun bilgelik düzeyinde yaşantılamanın şiirini tamam etmiştir.
Modern ile geleneği kaynaştırmış olan şair, ülkemizde ne yazık ki pek az bilinen, gücü örtülen bir geleneğin, Türkiye’nin kurucu öğelerinden birinin, Bâcıyan-ı Rûm (Anadolu Bacıları) geleneğinin modern temsilidir kanımca. Destanları, ağıtları, ilahileri ve türküleri bu yargının kanıtıdır. Anacıl bir şiirdir; diğerkâmdır, ötekinin sesini kendi sesi kılmıştır.
Akın, Türkçe'nin bir şansı...
Kötücül dünya motiflerini betimlemesi, bu olgularla çarpışması, şiirini bir yargı, bir beğeni, bir anlayış şiiri; güçlü titreşimleri olan bir duyum şiiri yapmaktadır. Duyum şiiri olduğu kadar da biçim şiiridir.
1955’ten bu yana, bütün şiir ve toplumsal yaşamlarının içinden cömertçe geçmiş, onları yeşertmiş, onlarla yeşermiştir. Gülten Akın, Türkçe’nin bir kazancı, bir şansı. Dünyadaki yaygın dillerden birinde, örneğin İngilizce ya da İspanyolca, yazmış olsaydı, yeryüzünün her yerinde okunurdu. Böyle olmayıp Türkçe’yi onurlandırmış olması da, Türkçe’nin, bizim kazancımız. (MT/GG)