Haberin İngilizcesi için tıklayın
24 Aralık 2017 tarihli 696 sayılı KHK’deki hükümlere göre Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yargılanan yaklaşık 60 bin hükümlü ve tutuklu mahkemelerde tek tip kıyafet giymeye zorlanacak.
ABD ve Guantanamo’daki hapishane kıyafeti politikaları, bu uygulamayı meşrulaştırmak amacıyla öne sürülüyor.
Hapishane rejimleri ve direnişlerinin yanı sıra Marksist ve anarşist siyasal iktisat alanlarında akademik çalışmalar yürüten Texas A&M Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Denis O'Hearn tek tip uygulamalarını değerlendirdi.
Ekonomi ve sosyoloji alanlarındaki eğitiminin ardından doktora derecesini Michigan Üniversitesi'nden alan O'Hearn Türkçe ve Kürtçeye de çevrilen Bobby Sands biyografisinin yazarı.
TIKLAYIN - Açlık Grevi: İrlanda Deneyimi
TIKLAYIN - "Cezaevlerinde Tecrit ve İşkence Uygulamaları Artıyor"
“Tek tip uygulaması BM mevzuatının ihlali”
Genel olarak tek tip kıyafet uygulamaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bu politikaların hedefinde ne var?
Hapishane üniformaları, esasen üniformaların çoğu, Erving Goffman’ın sözünü ettiği “soyundurma, sıyırma (stripping)” sürecinin bir parçası. Mahpusları kıyafetlerinden, alışkanlıklarından, ilişkilerinden ve arkadaşlıklarından ayıran hapishaneler bu yolla tutuklu ve hükümlüleri kimliklerinden soyunduruyorlar. Ve sonra karşılığında kurumsal bir kimlik vermeye çalışıyorlar. Hapishane kıyafeti bunun bir parçası.
Amaç, kefareti mümkün kılacak bir ceza yöntemi olarak mahpusu “normal” toplumdan izole etmek ve aşağılamaksa, giydirilen kıyafet ne kadar gülünç olursa izolasyon o kadar başarılı olmuş sayılır.
Buna karşılık, eğer mahpusların sivil kıyafetler giymesine izin verirseniz, onların sivillere mahsus haklara ve toplumda bir yere sahip olan bireyler olduklarını kabul etmiş olursunuz. Onarıcı adalet anlayışında yeri olan sivil kıyafet uygulaması, cezalandırma ve öce dayanan bir adalet sistemine aykırı.
Türkiye’deki uygulamayı değerlendirirken Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD ve Guantanamo örneklerini gösterdi. ABD hapishanelerindeki tek tip kıyafet uygulamasının tarihsel kökenlerinden ve gelişiminden bahsedebilir misiniz?
Hapishanelerdeki tek tip kıyafet uygulamaları uzun süre norm teşkil etti. ABD’de, özellikle güney eyaletlerinde mahpusların zorunlu olarak çalıştırıldığı çiftlik tipi hapishanelerde (prison farm) tutulanlar, eski siyah beyaz filmlerde görülen birbirlerine prangalar ile bağlanmış mahpusların giydiği ayırt edici çizgili üniformalardan giyiyordu.
Bu ayırt edici kıyafetlerin iki temel amacı vardı. İlk olarak, mahpusları “mahkumlar” dolayısıyla da “makul toplumun dışında kalanlar” olarak işaretleyerek utandırmayı hedefliyorlardı. Esasen köle emeğinin modern bir versiyonu olan mahpusları yol kenarları gibi kamusal alanlarda birbirine prangalayarak çalıştırma pratiği ise yetkililere göre tutuklu ve hükümlülerin kaçışını engelliyordu. Hapishane giysileri sayesinde kaçan bir mahpus kolayca tespit edilebilir hale geliyordu.
Farklı kıyafet uygulamalarının tarihi antik çağlara kadar gidebilir. Ancak standart hapishane kıyafetleri, modern hapishane rejiminin parçası haline 19. yüzyılın ikinci yarısında geldi. Bundan önce, hareketlerini engellemek ve damgalamak adına mahpuslar çoğunlukla çıplak ayaklı bırakılıyordu.
Birleşmiş Milletler’in (BM) insan hakları konusunda standart koyucu ve takipçi olarak öne çıkması, mahpuslara yaklaşımla ilgili büyük bir gelişme oldu. Birleşmiş Milletler Mahpusların Islahı İçin Asgari Standart Kurallar 1955’te kabul edildi ve 2015’te Mandela Kuralları şeklinde revize edildi.
Bu kurallar, onur kırıcı ve küçük düşürücü kıyafetlerin kullanılmasını yasaklıyor. 17. kurala göre “Şahsi elbisesini giymesine izin verilmeyen her mahpusa, iklim şartlarına uygun ve kendisinin sağlığını koruyacak türden giysiler verilir. Mahpuslara hiçbir biçimde onur kırıcı veya aşağılayıcı giysi giydirilmez.”
Dahası, bu kurala göre “Bir mahpusun, izinli olarak kurumun dışına çıkması halinde, kendi giysilerini veya göze çarpmayan giysiler giymesine izin verilir.”
Şüphesiz, tek tip kıyafet uygulamasını getiren KHK, BM mevzuatının açık bir ihlali. Üstelik, bazı mahpusların giyeceği badem renginin Türkiye’de ikinci bir anlama da geldiğini duyuyorum; bok rengi gibi... Bundan daha aşağılayıcı bir şey, turuncu tulumlar da dahil olmak üzere, düşünmek zor.
Bugün ABD’de hapishane kıyafeti uygulamaları nasıl? Bu uygulamalar ülkedeki ceza sistemiyle ilgili ne anlatıyor?
ABD’deki hapishane düzenlemeleri genelde eyaletler tarafından belirleniyor. Federal hapishanelerde kalan mahpuslar bulunsa da çoğu mahpus eyalet hapishanelerinde tutuluyor. Eyaletler de kendi içlerinde, genellikle kısıtlama/güvenlik seviyesine göre değişen farklı uygulamalara sahip.
Örneğin, yüksek güvenlikli hapishanelerde yeşil veya mavi üstle eşofman altı giyen mahpuslar görmek mümkünken, düşük güvenlikli hapishanelerdeki mahpuslar üzerinde hapishanenin ismi bulunan haki renkte pantolon ve gömlek giyiyorlar. Bazı hapishaneler mavi kot pantolon ve kot gömlek giyilmesini gerekli kılıyor. Eyalet hapishanelerinin tulum giyilmesini dayatmak gibi bir eğilimleri yok; turuncu tulumlar da buna dahil. Çoğu hapishane üniforması hemşirelerin hastanelerde ya da bazı öğrencilerin okullarda giydikleri kıyafetlere benziyor. Genel olarak onur kırıcı değiller.
Elbette istisnalar var. Arizona’daki Maricopa İdari Bögesi’nin ırkçı şerifi Joe Arpaio, bir aşağılama yöntemi olarak bazı mahpusların pembe iç çamaşırı ve tulum giymelerini dayattı. 2016’da seçmenlerin görevine son verdiği Arpaio, mahkeme kararına itaatsizlik suçuyla hapis cezasına da mahkum edildi. 2017’de Donald Trump’ın affetmesiyle hiç hapse girmedi Arpaio.
“Guantanamo bir işkence ve kötü muamele merkezi”
Guantanamo’daki kıyafet uygulamaları ABD’dekinden ne şekilde farklılaşıyor? Guantanamo’daki politikaları genel haliyle nasıl değerlendirirsiniz?
Guantanamo bir işkence ve kötü muamele merkezi. Orada tutulan kimi mahpusların El-Kaide gibi gruplar için şiddet içeren eylemlere katıldığına dair deliller bulunsa da, Guantanamo’da pek çok masum mahpus tutuldu ve tutulmaya devam ediyor. Öyle ki, mahpusların arasında Afganistan ve Pakistan’daki kan davasına benzer uzun süreli husumetlerin mağdurları var; bu kişiler, nakit ödeme karşılığında hısımları tarafından ABD yetkililerine teslim ediliyor.
Guantanamo’daki üniformalar izolasyonu ve ölçüsüz biçimde küçük düşürmeyi hedeflemenin yan sıra, duyusal yoksunluk geliştirme tekniklerinin birer parçasını teşkil ediyor. Müslümanları hedef alması sebebiyle ırkçı bir muhtevaya da sahip Guantanamo’daki kıyafet uygulamaları.
Eğer Erdoğan Guantanamo’yu Türkiye’deki yeni düzenlemeyi mazur göstermek için kullanmak istiyorsa, Guantanamo’daki rejiminin oradaki mahpusların Üçüncü Cenevre Sözleşmesi ya da Mandela Kuralları’ndaki haklara sahip olmadığını öne süren George W. Bush hükümeti tarafından uygulamaya konduğunu da hesaba katmalı. Bush’un bu iddiası daha sonra yüksek mahkeme tarafından bozuldu.
Erdoğan benzer bir iddiada mı bulunmak istiyor: Öğretmenler, gazeteciler, bürokratlar, ve hatta imzacılar Cenevre Sözleşmesi’nde düzenlenen insan haklarından yoksun mu bırakılacak? Bırakalım öyle söylesin ve Türkiye’deki halkların ve dünyanın geri kalanının böylesine kanun dışı bir rejime vereceği cevabı görelim.
Akademik çalışmalarınızda ülkeler arasındaki politika transferlerine dikkat çekiyor ve “terörle” mücadele dahil olmak üzere iktidar teknolojilerinin ülkeler arası aktarılışına vurgu yapıyorsunuz. Türkiye’deki hapishane politikalarını bu bağlamda nasıl değerlendirirsiniz?
1990’larda Türkiye hükümetinin, siyasi mahpusların koğuş tipi hapishanelerden F-tipi hapishanelere taşınmasını, farklı ülkelerdeki deneyimleri (özellikle Margaret Thatcher döneminde Kuzey İrlanda’daki Britanya hapishaneleri gibi) kullanarak temellendirdiğine dair yazılı kanıtlar ortaya çıkardım.
Britanya hapishane sisteminin güvenlik şefi olan Gordon Lakes, Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi adına Türkiye hükümetine tavsiyelerde bulundu. Lakes, dönemin Türkiye hükümetine mahpuslar için F-Tipi izolasyonun koğuş tipi hapishanelerden daha insancıl olduğunu salık verdi. Lakes bu tavsiyeyi, 1970’lerde tecridin Kuzey İrlanda’da bir işkence biçimi olarak kullanıldığının ve 10 İrlandalı mahpusun ölümüyle sonuçlanan 1980-1981 açlık grevine giden süreci başlattığının pekala farkında olmasına rağmen verdi.
Lakes ve diğer uzmanların esas amacı, İrlanda ve Avrupa’daki diğer örnekleri kullanmak suretiyle Türk hükümetine tecridi, mahpusların olası kitlesel eylemlerini, İrlanda’daki gibi, engelleyecek biçimde uygulamaya koyabilmesi için tavsiyeler vermekti. Sonuç, mahpusların birbiriyle iletişiminin ve örgütlenmesinin önüne geçmeyi hedefleyen bir mimari biçimi ve izolasyonu kullanan F-Tipi rejimi oldu. Her hücrede üç esir bulundurarak da uzun süreli tecrit uygulamadıklarını iddia etmeyi mümkün kıldılar.
Elbette F Tipi bir izolasyon biçimi ve mahpusların üzerinde kabul edilemez psikolojik ve fiziksel tahribatlara yol açıyor.
“Hakikatin alternatifi yalandır”
Hapishanelerdeki IRA direnişi de çalışmalarınız arasında önemli bir yer tutuyor. Britanya hükümetinin İrlanda’daki siyasi mahpuslara dayattığı tek tip kıyafet uygulamasından ve buna gelen tepkilerden bahseder misiniz?
Elbette üniforma, İrlandalı mahpusların protestosunun başlıca sembolik nedeniydi. Yeni inşa edilen hücre sistemli H-Blokları hapishanesinde kalmaya mahkum edilen ilk mahpus Kieran Nugent’e, bir suçlu olduğu bu yüzden de suçlu üniforması giymesi gerektiği söylendi.
Anlatılana göre Nugent hapishane amirine “Eğer bu üniformayı giymemi istiyorsanız, onu sırtıma çivilemeniz gerekecek” dedi. Ceza olarak Nugent ve onu takip eden yüzlerce mahpus hücrelerinde çıplak bırakıldı: Yalnızca sarınabilecekleri bir battaniye ile hiçbir okuma ve yazma gereci olmadan.
O dönem popüler olan bir şarkı, mahpusların duygularını özetliyor:
Hiçbir hapishane kıyafetini giymeyeceğim
Ya da uysalca kalmayacağım için hapiste
Bu İngiltere, İrlanda’nın mücadelesini yaftalayabilir
Suçun 800 yılı
Benzer hikayeleri ve deneyimleri, 2006’da kaleme aldığım İrlandalı açlık grevcisi Bobby Sands’in biyografisinde bulabilirsiniz. Bu kitabın 2014’te Yordam Kitap tarafından Yarım Kalmış Bir Şarkı: Bobby Sands, IRA ve Açlık Grevi adıyla Türkçe; 2017’deyse Amara Yayıncılık tarafından Stranek Nîvco Mayî: Bobby Sands, IRA û Greva Birçîbûnê başlığıyla Kürtçe olarak yayımlanmış olmasından mutluluk duyuyorum.
Mahpusların işaret ettiği nokta, siyasi sebeplerle tutuklanmış olmalarıydı; “suç” nedeniyle değil. Hapishane kıyafeti giymek, hükümetin yalnızca adli suçlular olduklarına dair ısrarına razı olmak anlamına geliyordu. Bana öyle geliyor ki, Erdoğan’ın rezil hapishane politikalarına karşı benzer şekilde cevap vermeyi meşru görecek Türkler, Kürtler ve diğerlerinin sayısı az değil.
Çoğu örnekte hapishane kıyafetleri siyasi mahpusların yanı sıra adli tutuklu ve hükümlüleri de kapsarken, bazı örneklerde siyasi mahpuslar bu uygulamanın dışında tutuluyor. Türkiye’deki “terör şüphelilerini”, bir başka deyişle siyasi mahpusları hedef alan kıyafet uygulamasını nasıl değerlendirirsiniz? Benzer tarihsel örnekler var mı?
Benzer örnekler, Avrupa’da hükmün önceden verildiği, kamuoyunu biçimlendirmek amacını güden gösteri duruşmaları ve elbette Guantanamo. Bu duruşmalarda hükümetlerin amacı bazı mahpusları “teröristler” olarak belirlemek ve böylece meşru siyasi mahpuslar olmadıklarını ileri sürebilmek.
Fakat bugün Türkiye’deki gibi, kimi yalnızca barış talep eden bir bildiriye imza atmış kimiyse dürüst biçimde haberler yazmış binlerce insanı hedef alan geniş kapsamlı davalar söz konusu olunca mantıksızlığın alanına giriyoruz. Bu Orwell’in 1984 kitabında bulabileceğimiz türde bir durum. Bu laf salatası. Ya da Donald Trump’ın deyişiyle alternatif hakikat. Ve beş yaşındaki her çocuğun bildiği gibi hakikatin alternatifi yalanlardır.
Türkiye’deki düzenlemenin kıyafet dayatmasını tüm mahpuslar için geçerli kılacak bir politikanın ilk adımı olduğunu düşünüyor musunuz? Bu küresel anlamda hapishane rejimlerinin giderek birbirine benzemesi hakkında ne söylüyor?
Olabilir. Benim için bunu söylemek zor. Fakat ülkeler arasında hapishane rejimlerinin homojenleşmesiyle ilişkili olduğunu düşünmüyorum. Çünkü kitlesel hapsedilmelerin kırk yıl önce başladığı ABD’de bile gözlenen bir tersine dönüş var. Daha az insan hapsediliyor, pek çok eyalet uzun süreli hücre cezalarını kaldırdı ve yaftalayıcı üniformalar gibi alçaltıcı uygulamalara daha az rastlanıyor.
“Gösteri duruşmaları olacak”
Benzer şekilde, şimdilik Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tek tip kıyafeti hapishane içerisinde değil, Mandela Kuralları’na aykırı biçimde dışarıda dayatıyor. Kıyafetlerin mahkeme salonlarında dayatılacak olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Benzer örnekler var mı?
Kıyafetlerin mahkemelerde dayatılması gösteri duruşmaları olacağı anlamına geliyor. Stalin yönetimindeki Sovyet rejimini düşünün. Diğer otoriter adalet(sizlik) sistemlerini düşünün. Henüz hüküm dahi giymemiş insanları küçük düşürmek, insan haklarının açık bir ihlali olduğu gibi adil bir yargılamayı da imkansız hale getiriyor. Bunlar “kanguru mahkemeler” olacak; düpedüz, suçlananın hakları üzerinden zıplayıveren ve onları beraat ettirebilecek delilleri göz ardı eden, yargılama sürecine dahil etmeyen mahkemeler.
Sizce bu uygulama Türkiye’nin ceza sistemiyle ilgili ya da Türkiye’deki yönetim ile ilgili ne anlatıyor?
Kanun dışı bir yönetim; en basit tanımıyla dahi insan hakları ilkelerini rehber edinen bir rejim olmanın çok uzağında.
“Hükümetlerin bizi tanımlama hakkı yok”
Türkiye dahil olmak üzere çeşitli ülkelerdeki hapishane direnişleri üzerine çalışmalar yaptınız. Dünyadaki örneklerden yola çıkarak Türkiye’deki dayatmayla başa çıkmanın yöntemlerini nasıl değerlendirirsiniz?
İnsanlara adaletsizlikle ne şekilde mücadele vermeleri gerektiğini söyleyemem elbette. Tarihten alınan dersleri de göz önünde bulundurarak, kendileri için bunun üstesinden gelmek durumundalar. Ancak Türkiye’deki insanların son on yılda büyük mesafe kat ettiğini söyleyebilirim. Gezi’den barış imzalarına ve diğer çeşitli yürüyüş ve hareketlere, geniş kitleler karşı durmayı ve direnmeyi öğreniyor. Parkı haftalarca işgal etmek ve içerisinde öz yönetime dayalı neşe dolu bir hayat kurmak gibi ufak kazanımlar dahi eylemliliği inşa ediyor ve insanlara başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösteriyor. Türkiye’deki insanların geçmişte olduğundan daha güvenli ve bilinçli hale geldiğini düşünüyorum.
Bazı mahpusların kıyafet dayatmasını protesto etmeyi planladıklarını da duyuyorum. Bu protesto için bir örnek verebilirim. 1970’lerde bazı IRA’lı mahpuslar, mahkemeye hapishane üniformasıyla gitmek yerine adliyelerin nezarethanelerinde soyundular ve hakimlerin karşısına iç çamaşırlarıyla çıktılar! Bu ortalığı karıştırdı. Sanıyorum Türkiye’deki siyasi mahpuslar da 1980’lerde benzer protestolar yaptılar.
Önemli olan cumhurbaşkanınız gibi ehemmiyetsiz tiranların sizi amacınızdan saptırmasına ya da güveninizi ve umudunuzu kaybettirmesine izin vermemek. Eğer yönetim iyi insanları tulum giymeye zorluyorsa, bunları umudun ve direnişin sembolü haline getirmek gerek. Kendimizi biz tanımlamalıyız. Hükümetlerin bizi tanımlama hakkı yok. (HH/EA)