2015 yılının Aralık ayında düzenlenen Paris İklim Zirvesi (COP21) politik açıdan kritik bir kilometre taşı idi. Zirvenin çıktısı, 2020 sonrası uluslararası iklim rejiminin çerçevesini çizen Paris Anlaşması oldu. Nisan ayında imzaya açılan anlaşmayı küresel emisyonların yüzde 79'undan sorumlu toplam 112 ülke onayladı, Paris Anlaşması 4 Kasım 2016'da, Marakeş İklim Zirvesi'nden üç gün önce yürürlüğe girdi.
Siyaseten göz kamaştırıcı bir şova tanıklık edilen Paris Zirvesi sonrasında Marakeş'te toplanan COP22'nin ise daha teknik bir zirve olması bekleniyordu. Temel başarı göstergeleri, Paris Anlaşması'nın uygulama çerçevesini teşkil edecek bir oyun kuralları kitabının hazırlıklarına başlanması, 2020 öncesi emisyon açığının kapatılması için hem devlet hem de devlet dışı aktörlerin somut hedef ve projeleri ortaya koyması, 2018'de başlayacak ve ulusal emisyon azaltım hedeflerinin Paris Anlaşması'ndaki uzun vadeli hedeflerle uyumunun tartışılacağı “kolaylaştırıcı diyalog” sürecinin temellerinin atılmasıydı. Kısacası, soğan, sebzeler ve et doğranacak, kısık ateşte pişmeye bırakılacaktı.
Önce ABD seçimini yaptı, sonra geri kalanı
Zirvenin başlangıcından sadece iki gün sonra Atlantik'in batısından gelen haberler bu gündemi sarstı. Cumhuriyetçi Parti'nin adayı Donald Trump ABD seçimlerinden beklenmedik bir zaferle ayrıldı. Paris Anlaşması'nın imzasının ve şaşırtıcı bir hızla yürürlüğe girmesinin arkasında küresel ölçekte en çok sera gazı emisyonuna sahip iki ülke olan ABD ve Çin arasındaki uzlaşma yatıyordu. İklim değişikliği olgusuna şüpheyle yaklaştığını duyuran, ABD'yi Paris Anlaşması'ndan çekeceğini söyleyen, dahası kömür santralleri başta olmak üzere elektrik üretim tesislerine emisyon sınırlamaları getiren Temiz Hava Yasası'nın yürütmesini durduracağını, yenilenebilir enerji desteklerini kaldırıp kömür sektörünün küllerinden yeniden doğmasını sağlayacağını vaat eden Trump'ın ayak sesleri, Marakeş'teki havayı değiştirdi.
“Eylem zamanı” sloganıyla toplanan zirvede dikkatler bir süreliğine dağıldı. Amerika'nın seçimi hazmedilince ise yeni strateji ve taktikler masaya yatırıldı. Söylem değişti, yeni bir Kopenhag Sendromu'na izin verilmeyecekti. Mevcut ABD hükümeti iklim değişikliğiyle mücadelenin tek bir siyasetçiye bırakılamayacak kadar önemli bir konu olduğunun altını çizerken, Marakeş'te delegelere seslenen ABD Başkan Yardımcısı John Kerry'nin tespiti önemliydi: “ABD'de dönüşümün yönünü hükümet değil, piyasalar tayin eder”.
Hem gelişmiş hem de gelişen ülkelerin oluşturduğu müzakere grupları Paris treninin kalktığını, ABD Başkanı'nın bile trenin yolunu değiştiremeyeceği üzerine ardı ardına açıklamalarda bulundular. Paris Anlaşması'nın başlattığı ivmenin geri döndürülemez olduğu, sadece hükümetler değil, bilim, iş dünyası ve sivil inisiyatifler tarafından taşındığı, zirvenin sonunda yayımlanan Marakeş Eylem Bildirgesi'nde de yerini buldu.
Politik açıklamaları net hedefler ve eylem planları destekledi. Almanya elektrik üretiminde yenilenebilir enerjinin payını 2025'te yüzde 40-45, 2050'de ise yüzde 80 oranına çıkartacağını açıkladı. Norveç 2030, Portekiz 2050 yılında net karbon emisyonlarını sıfırlayacağını duyururken Afrika, Asya, Karayipler, Latin Amerika ve Pasifik'te yer alan 40'tan fazla ülkenin oluşturduğu İklim Değişikliğine karşı Hassas Ülkeler Forumu 2020'den önce ulusal emisyon azaltım hedeflerini güncelleyeceklerini, bunu uzun vadeli düşük karbonlu gelişim stratejileriyle destekleyeceklerini, enerji üretimlerinin %100'ünü yenilenebilir yerli kaynaklardan sağlamak hedefine mümkün olduğu kadar çabuk ulaşmaya çabalayacaklarını açıkladılar. Aralarında Avustralya, Japonya ve Birleşik Krallık'ın bulunduğu 11 ülke Paris Anlaşması'nın onayladıklarını duyurdu.
Katılımcılar Marakeş'ten yüzlerinde hafif bir tebessümle ayrıldı. Emisyonlardaki düşüşü başlatmak ise bu yıl da mümkün olmadı. Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından hazırlanan “Emisyon Açığı” raporu, emisyonların artış hızında düşüş sağlandığını, ancak Paris Anlaşması öncesinde ülkelerin sunduğu emsiyon hedefleri ile 3,2°C daha sıcak bir gezegene doğru yol aldığımızı hatırlattı. Analiz, anlaşmayı imzalayan tüm ülkeler tarafından kabul edilen, sıcaklık artışının 1,5 – 2°C düzeyinde sınırlandırılması hedefine ulaşılması için emisyon azaltım hedeflerinin artırılması, enerji sisteminde fosil yakıtlara bağımlılığın azaltılması gerektiğini, derhal bugün atılacak adımların hayati öneme sahip olduğunun altını çiziyordu.
Türkiye ne umdu, ne buldu?
İklim zirvesi öncesinde ve zirve sırasında Türkiye delegasyonunun yaptığı resmi açıklamalarda “dünyayı Türkiye'nin kirletmediği”nin altı kalın bir kalemle çizildi. Bununla beraber temiz ve yenilenebilir enerji alanlarına yatırımların artırılmak istendiği belirtildi, bunun için uluslararası finans mekanizmalarından kredi sağlanması ve iklim değişikliği alanında oluşturulan fonlara erişim talep edildi.
BM'nin Emisyon Açığı Raporu, iklim değişikliğiyle mücadele hedeflerine uyumlu bir patikaya girilmesi için ulusal hedeflerin derhal artırılması gerektiğinin altını çizerken, Türkiye'nin 2030'da milli gelirinin emisyon yoğunluğunu artırmayı hedefleyen tek G20 ülkesi olduğuna, ülkemizin emisyon “azaltım” hedefinin ise emisyonların normal gidişatının üzerinde olduğuna dikkat çekiyordu.
Söylem ve eylem arasındaki bu tutarsızlık Türkiye'nin müzakere pozisyonuna pek yardımcı olmadı. Bununla beraber, Türkiye Paris'te başladığı görünürlük politikasını sürdürdü. 2020'de düzenlenecek İklim Zirvesi'ne adaylığını geçen yıl açıklamıştı. Bu yıl ise koskoca bir fuar pavyonu inşa edildi, kamu, özel sektör ve STK'lerin çalışmaları üzerine yan etkinlikler gerçekleştirildi.
Türkiye'nin Marakeş'e götürdüğü sloganlardan birisi, “gelişim değişimle başlar” idi. 2020 sonrasında da finans mekanizmalarından yararlanma talebini müzakerelerin ilk gününden itibaren diğer ülkelere kabul ettirmeye çalışan Türkiye'nin söylemi ve diplomatik taktiklerinde ise geçmişe göre pek bir değişim göze çarpmadı. Sonuç olarak talepler karşılık bulmadı, tartışmalar gelecek yıla ertelendi. Müzakere heyetinin, Türkiye'nin emisyon azaltım çabalarına daha çok destek verebilmek için finansmana erişim hakkına sahip olmasını talep ettiği esnada yetkililerin “Çorlu'dan Şırnak'a ülkenin sahip olduğu tüm kömür rezervlerini eritmek için ne gerekiyorsa yapılacağı” yönündeki açıklamalar Marakeş'e pek olumlu yansımadı.
Marakeş sonrası bizler ne bekliyor?
Türkiye'nin iklim politikası ekonomi, enerji, kalkınma, dış ticaret, sanayi, istihdam, altyapı, maliye vb. konulardaki önceliklerin üzerine inşa ediliyor. Bu çerçevede, karar alma süreçleri yekpare bir mimariye dayanmıyor. İklim ve enerji politikalarının sanayi, istihdam, dış ticaret açığı, halk sağlığı gibi konulara etkisi, belli oranda karar alma süreçlerine dahil ediliyor. Öte yandan, kamu kurumları tüm bu süreçleri içe dönük bir yaklaşımla yürütmeyi tercih ediyor. Alınan kararlara altlık sağlayan analizlere çoğu zaman erişemiyor, sonuçlarından haberdar olduğumuz çalışmaların dayanaklarını, varsayımlarını, yöntemlerini tartışamıyoruz. Bu opaklık verilen kararların kalitesini etkiliyor. Şeffaf, eleştirel süzgeçlerden başarıyla geçmiş bilimsel altlığa dayanan, özel sektör, akademi, düşünce kuruluşları ile sivil toplum girişimlerinin katkısını mümkün kılan süreçlerin Türkiye'nin iklim politikasının sağlıklı yürütülmesi için olmazsa olmaz bir koşul olduğunu Marakeş'te bir kez daha gördük.
Paris Anlaşması'nda yer alan uzun vadeli hedeflere ulaşılması için hızlı ve yapısal bir dönüşüm gerekiyor. Hükümetlerce ortaya konulan hedefleri yeni elektrik enerjisi kurulu güç yatırımlarının yarısından fazlasının yenilenebilir enerji teknolojilerine yapılması, kömür projelerinin finansmanının ekonomik nedenlerle zora girmesi, depolama teknolojileri vb. çözümlere yapılan yatırımlar gibi sahadaki gerçeklik ile ele aldığımızda bir dönüşümün başladığını görüyoruz. Analizler, değişimin mevcut hızının iklim biliminin işaret ettiği hızın altında olduğunu gösteriyor. Bununla beraber, hükümetlerin statik varsayımlara dayanan hedef ve kararları geçerliliklerini yitiriyor.
2018 yılı, iklim müzakereleri açısıdan bir sonraki önemli kilometre taşı olacak. Ülkelerin hedefleri hem Paris Anlaşması'nda karara bağlanan 1,5 – 2°C hedefi çerçevesinde, hem de birbirileriyle kıyaslanacak, şeffaflığın ve mukayese edilebilirliğin sağlanması için mekanizmalar devreye girecek. Türkiye'nin bu fırsatı dünya ekonomilerinin düşük karbonlu kulvarlara geçiş sürecinde geride kalmaması, iklim, enerji, çevre ve sanayi politikalarını şeffaflık ve bilimi odağa alan bir yaklaşımla yeniden tasarlaması için kullanmasını umuyoruz. (MB/NV)
Fotoğraf: Jalal Morchidi - Fas/AA