Yıl 1940... Fransa'da bir okul.
Çocuklar yavaş yavaş içeri dolmaya başlıyor. Savaşın iyice hissedilmeye başladığı o günlerde, öğretmen ilk derste onlardan barışın gelmesi için bir şarkı istiyor. Hep beraber söylüyorlar... Fakat çok geçmeden o okuldan eser kalmadı. Savaş sınıflara kadar girmiş; şarkıları çocukların ağzına tıkmıştı.
Bu okulun neden yıkıldığını anlamak için bir yıl kadar geriye gidelim.
Yıl 1939 . Yer Fransa, Paris...
Eiffel Kulesi'nin tam önünde kazı var. Yeraltı sığınakları açılıyor. Hem zaruri ihtiyaçlar hem de silahlar istifleniyor. Diğer taraftan da değerli sanatsal eşyalar kırsal bölgelere taşınıyor zarar görmemeleri için. Takılması mecburi olan gaz maskelerinin kullanım kılavuzları havada uçuşuyor. Bu gaz maskelerine sadece atlar ve çocuklar direniyorlar çünkü anlam veremiyorlar.
Maskeleri takanlar yer altına ve kırsala kaçıyorlardı. Kaçabilenler şanslıydı... Tam bu sırada Polonya'nın doğusunda kaçacak hiç bir yer yoktu. Hitler 1939 Eylül ayında Varşova'ya akın akın bomba yağdırmış, Fransa başa olmak üzere diğer ülkelere "sonunuz böyle olacak " diye korkmaları için mesaj vermişti. Bu mesaja çok uzaklardan, ABD başkanı Roosevelt'ten cevap gelmişti. "Bu ülke tarafsız bir ülke olarak kalacaktır, ama her ABD'linin düşüncesinde de tarafsız kalmasını isteyemeyiz” demişti.
Hitler tarafsızlığını ilan etmiş olan Belçika üzerinden de Fransa’yı kasıp kavurmak istiyordu. Ama öyle hemen olacak işler değildi. Çünkü Hitler, “Savaş karanlık bir odanın kapısını aşmak gibidir. Önüne ne çıkacağını asla bilemezsin” diyordu. Bundan dolayı karanlık odanın içini görmeden önce temkinli davranıp Sovyet Rusya ile ortak hareket etme kararı aldı. Hatta daha da ileri gidip, “Alman ordusu, her zaman en yüksek derecede saygı duyduğumuz işçi ve çiftçilerden oluşan kızıl orduyu selamlıyor” diyecekti…
Bu ortaklık Polonya’nın tam ortasındaki sınırı yeniden çizmişti. Polonyalı Yahudiler için ölümden beter günlerin başlangıcı da bugünlere denk gelir. Evleri işaretleniyor, kollarına sarı yıldız takılıyor ve her yerde damgalanıyorlardı. Yıllar sonra bir kadın, bu durumu güncesinde şöyle anlatacaktı:
“Gözlerimizin önünde gerçekleşen utanç verici şiddet sahnelerini izlemek yüreklerimizi yakıyor. Kadınlar ve yaşlılar adi serseriler tarafından sokak ortasında dövülüyor. Gözlerim yaşlarla doluyor. Bütün güçsüzlüğümüz, bütün yalıtılmışlığımız içinde tek bir kişinin bile bizi savunmak için harekete geçmeyişi acı verici…”
Tekrar 1940’a geldiğimizde savaşın en vahşi şekilde başladığını, tarafsızlık politikalarının işe yaramadığını, sivillerin kıyımdan geçtiğini görüyoruz.
Almanlar bu yıllarda olan bitenlere “oturan savaş” diyordu. Çünkü çarpışmak için bekleyen Wehrmacht güçleri sıkılıyordu. Aldıkları yüksek dozajda propagandanın içinde beklemek diye bir şey yoktu.
Kurnaz siyasetin ülkesi Britanya Krallığı olup bitenlere “sahte savaş” diyordu. Çünkü her şey çok sahte idi. Sözler verilmiş anlaşmalar yapılmış ama uyan yoktu. Başlarına geleceklerden habersiz ve sömürgelerinden elde ettiği katil psikopatlarla özel birlikler kuran Fransa ise olup bitenlere “komik savaş” diyordu.
Yıl 2015…
Rojava’da başlayan ve adı konmamış 3.Dünya Savaşı’nın devamı Cizre sokaklarında devam ediyor. Ülke, mekan adları değişiyor, o kadar. Saçmalığın kaderi artık döngüsel.
Polonyalı kadının sözleri birkaç farkla hala tüm güncelliğini koruyor. Varto, Cizre, Silopi… Gözlerimizin önünde gerçekleşen utanç verici şiddet sahnelerini izlemek yürekleri yakıyor 35 günlük Muhammed’den 70 yaşını aşmış dedeye, arabanın içindeki Mazlum’dan damda annesi ile yatan 14 yaşındaki kızcağıza ve Cemile’nin gözlerine…
Bütün yalıtılmışlık ortasında savunma beklemenin manası yok, ancak kendini savunursan hayatta kalabilirsin. Çünkü serseri devlet geleneği ve onların tetikçileri sokak ortasında öldürmeye devam ediyor… Bugün tüm Kürtler bir kelime, bir kaş-göz, bir davranış üzerinden damgalanıp linç edilerek öldürülüyor. Ellerine bayrak tutuşturularak alana sürüklenen sermaye grupları, barışın değil tam tersine savaşın gelmesi için şarkılar yapıyor ve söylüyorlar.
Ahlakın toplumsal tabakadan aşınıp bir oya sığdırıldığı bugünlerde çıplak bedenlerin, yıkılan şehitliklerin o şehitlik içinde oğlunun fotosunu arayan annenin hiçbir değeri olamaz! Çürümedir bunun adı… Tarafsızlarını bile düşünecek kadar politik tantana üzerinden yürüyen ABD komik, Türkiye ise sahte gerçeklerle savaşı dayatıyor. Oturanlar için zaten sıkıntı yok. Onlar savaşın vereceği ganimetleri düşlüyor. Yitirilen bedenler üzerinden planlarını çoktan çizmişler.
2.Dünya Savaşı’nın tırmanmaya başladığı yılların başında bir Alman subayı annesine mektup yazar. “Biz hazırız ve istekliyiz. Mutlaka biz galip geleceğiz anneciğim” der. Savaşın vahşetini, yıkıcılığını iliklerine kadar hisseden anne, çok geçmeden oğluna bir cevap yazar. Bu cevap çok kısa ve her şeyi özetler niteliktedir. Şöyle demişti:
“Bu savaş bir suçtur. Hepimiz bunun bedelini ödemek zorunda kalacağız oğlum”. (ÖZ/ÇT)
* Fotoğraf: Abidin Yel, Anadolu Ajansı