Bu fotoğrafa iyi bakın lütfen.
Bu fotoğrafı bir öğretmen, ilköğretim ikinci sınıf öğrencisinin kitabından çekmiş.
Öğrenciden okula gelip giderken gördüğü araçların adlarını yazması isteniyor.
Diyarbakır'ın OHAL uygulamalarından yakasını hiç kurtaramamış “sabıkâlı” Fiskaya semtindeki bir okula giden bu öğrenci en çok gördüğü araçları; TOMA, Akrep ve cezaevi nakil araçlarını yazıyor.
Diğer resim Yüksekova'da bir okuldan, ilköğretim öğrencisinin resmim defterinden...
Bu fotoğraf beni çocukluğuma götürdü. Şöyle bir geziniyorum da hatırımdaki fotoğraflarda, ne çok panzer var, tank var (Öyle ya, "Diyarbekir etrafında tanklar var!"), ne çok polis var; gecenin bir yarısı evimizi basan, bizi yere yatırıp kafamıza basan, sonra birkaçımızı beyaz Toros'lara bindirip götüren polisler...
Belki çocuğun bir büyüğü ona öyle yazdırmıştır, diye düşünebilir bazıları ama bu, çocuğun polis araçlarını sık sık gördüğü gerçeğini değiştirmiyor maalesef.
Fiskaya'da 90'lı yıllarda köyleri boşaltılan, sürekli devletin baskı cenderesinde tutulan ve bu yüzden devletle ezelden kavgalı bir kesim; devlete göre ise gençlerinin, çocuklarının eline 40-50 lira verildiğinde taş ve molotof attırılabilen yoksul bir kesim yaşıyor. Ama kim ne derse desin, Fiskaya, "yiğidin harman olduğu bir yer"dir benim için.
Standart devlet kafasına göre "PKK yatırımları engellemese", fabrikalar açılsa, gençler fabrikalara girip çalışsa, ceplerine biraz para girse, o parayla soluğu alışveriş merkezlerinde alsalar, sevgililerine dondurma falan ısmarlasalar ama flört sürecini çok uzatmayıp bir an önce evlenseler, üç de çocuk yapsalar, Fiskaya'da hiç bir sorun kalmayacak.
Tomalar devriye geziyor
Diyarbakır'da 6-8 Ekim 2014 tarihlerindeki Kobanê gündemli protesto gösterilerinden bu yana, polis kentte "asayişi" TOMA ve Akrep tipi araçlarıyla sağlıyor.
Eylemler durdu. Kent rutin hayatına geri dönmeye çalışıyor. Her zaman olduğu gibi değişik gündemlerle basın açıklamaları yapılıyor ama ortada çocukların "Polise taş atmaca", "Cadde üzerinde ateş yakmaca" oyunlarına çevirdiği ateş yakıp slogan atmaları, polis araçları gelince taş atmaları dışında ciddi bir “kalkışma” yokken bile polis, OHAL havasında. Öyle ki kentin belli cadde ve sokaklarında TOMA ve Akrep tipi araçlar devriye geziyor.
“Bu işi eğlence haline getirdiniz”
Geçen gün bir grup vatandaşın Akrep tipi bir aracın önünü keserek, polislerle tartıştığına tanık oldum. Vatandaşlar gelişigüzel sıkılan gaza isyan ediyordu. Esnaf bir kadın polise "Siz de bu işi eğlence haline getirdiniz ama," diyor, polis ise "Çocuklarınıza sahip çıkın o zaman, taş atmasınlar, onlar taş atarsa, biz de gaz sıkarız," diyordu. Öyle de yapıyorlardı; üç çocuk çıkıp caddede gazete kağıdıyla araba lastiğini tutuşturmaya kalkışsa, mahalleli evlerinin içinde gaz solumaya başlıyordu.
Meselenin, polisin kendisiyle bir ilgisi yok; polisin, vatandaşla devlet arasında sıkıştırıldığı kanaatindeyim ben. Düşünsenize, yıllardır polis denilince, -hani devlet de hata yaptı, deniliyor ya, işte o hatalar yüzünden- öfke ve nefret duyguları kabaran insanların içine, ekmeğini kazanmak için gidiyorsunuz ve deyim yerindeyse, iki ateş arasında kalıyorsunuz. Bir polis şöyle demişti bana, 6-8 Ekim olaylarında, aynı otobüste yolculuk yaparken: "Benim anam ağlayacağına, onların anası ağlasın." Bu, şu demek: "Onlar bana zarar vermeye kalkarsa, ben de kendimi korumak pahasına onlara zarar veririm, gerekirse onları öldürürüm, kendimi savunurum."
Bir yanda taşla verilecek bir zarar, diğer yandan kurşunla, kapsülle veya öldüresiye dayakla gelecek bir ölüm...
Polisin eli yasayla neden güçlendiriliyor?
Yüksekova'da 17 yaşındaki Rojhat Özdel isimli bir gencin polis kurşunuyla katledildiği ve uzun bir süre vurulduğu yerde bekletildiği, hastaneye götürülmediği ifade ediliyor. Sonuç: Bir ana ağlıyor.
Bir anne ağlamasın diye, başka bir anne mi ağlıyor? Öyle olduğunu düşünmüyorum doğrusu. 17 yaşındaki gencin elinde silah mı vardı acaba? O gence ateş açılmasa, o mu onlara ateş edecekti? Yoksa o genç diğerlerine "ibret" olsun diye mi vuruldu? Ayrıca; kaç polis atılan taşla hayatını kaybetti acaba? Ortada orantısız bir şiddet yok mu? Neden polisin elini bunca güçlendiren yasalar?
Polis; “gaz, dayak, ölüm” demek olmasın!
İşin özü şu ki devlet polisini ve vatandaşını çözümü ancak Kürt meselesinin çözümüyle mümkün olan bir denklemin içine sokmuş durumda ve bana öyle geliyor ki polisin elini güçlendiren yasalar, yasa değişiklikleri, bu denklemi giderek daha bir çözümsüz hale getiriyor.
Çözüm süreci kapsamında iyi şeyler oluyor, olacak derken devlet, hükümet rövanş alma, 6-8 Ekim olaylarının acısını çıkartma çabasında sanki. Devlet, hükümet bugün taş atan çocukların Türkiye'ye maliyetini hesaplayamayacak kadar öngörüsüz mü? Daha kaç kuşak polise taş atarak büyüyecek? Daha kaç kuşak için polis; gaz, işkence, dayak, ölüm, demek olacak?
Daha kaç ikinci sınıf öğrencisi etrafında TOMA'lar görecek ve ödev diye kitabına "TOMA" yazacak? (BA/AS)