Tahliye edilmesinin ardından yaşamını yitiren Şehmus Yetek’e yaşatılanlar, Türkiye hapishanelerinde tutulmakta olan hasta mahpusların yaşantılarını anlamak isteyenler ve Adalet Bakanlığı’nın, hasta mahpuslara yaşatılanlara dair savunusunu görmek açısından için örnek oluşturuyor.
Hastalığının teşhis ve tedavisi geciktirilmiş, hastalığı artık son evresine girdikten sonra tedavi süreci başlatılmış, artık yaşama ümidi kalmadığında Adli Tıp Kurum tarafından rapor verilerek tahliye edilmiş ve tahliyesinden sadece dört gün sonra yaşamını yitirmişti Yetek. Ve Adalet Bakanlığı tüm bu süreç içerisinde “herhangi bir ihmalin söz konusu olmadığını” savundu.
Şehmus Yetek’in yaşadıklarına, hastalığının seyrine ve sonrasında yaşanılanlara biraz daha yakından bakalım: Yetek, 1997’den beri Türkiye hapishanelerinde tutuluyordu. Ailesinin iddialarına göre, 2011’den beri hasta olmasına rağmen Yetek’in hastalığı ne kendisine ne de ailesine bildirilmiş, teşhis ve tedavide gecikilmişti. Nisan 2014’te Midyat M Tipi Kapalı Hapishanesi’ndeyken rahatsızlanan Yetek, sırasıyla Diyarbakır ve Ankara’daki hastanelere sevk edilmiş ve ancak Haziran 2014 tarihinden sonra son evresine ulaşmış olan kan kanseri (lenfoma) rahatsızlığı teşhis edilebilmiş ve tedavisine başlanmıştı.
Bu süreçte, ailesi, insan hakları örgütlerine ve ilgili sivil toplum örgütlerine başvurular yapmış ve 27 Haziran 2014 tarihinde dokuz sivil toplum örgütünün imzasıyla “Hasta Mahpusların Canına Kast Ediliyor! Hasta Mahpus Şehmus Yetek Tahliye Edilmeli, Teşhis ve Tedavide İhmali Olanlar Yargılanmalıdır…” başlığıyla bir açıklama yapılmıştı. [1] Bu açıklamada; Yetek’in hapishanede ölüm eşiğine getirilmiş olmasının ve hala tahliye edilmemesinin kabul edilemez olduğu, mahpusların dört duvar arasına kapatılmasının onların insan onuruna yaraşır yaşayabilme ve teşhis/tedaviye erişim haklarını ellerinden alamayacağı belirtildikten sonra mahpuslara insan onuruna yaraşır şekilde yaşayabilecekleri ortamı sağlayamayan devlet, ilgili devlet kurumları veya kurumların yetkililerinin kötü muameleden işkenceye ve hatta cana kasta kadar varan suçlar işlemiş olacakları ifade edildi. Açıklama “Şehmus Yetek’in veya diğer ağır hasta mahpusların ölüm haberlerini almak istemiyoruz. Türkiye hapishanelerinde her gün yaşanan ölümlerin son bulmasını istiyoruz.” sözleriyle son buluyordu.
Bu açıklamadan kısa bir süre sonra İstanbul Adli Tıp Kurumu, Yetek hakkında “Altı ay süre ile cezasının ertelenmesi” yönünde karar aldı. Yetek tahliyesinin ardından ancak dört gün yaşayabildi ve 9 Temmuz 2014’te yaşamını yitirdi.
Adalet Bakanlığı’ndan cevap
Şehmus Yetek, Midyat M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’ndan Ankara Numune ve Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk edildikten sonra ailesinin başvurusu üzerine Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST), Yetek ile ilgili olarak hem bir açıklama kaleme aldı hem de Meclis İnsan Hakları Komisyonu, Türkiye İnsan Hakları Kurumu, Mardin İl İnsan Hakları Kurulu ve Mardin Cezaevleri İzleme Kurulu’na bir başvuru yaparak “Şehmus Yetek’in teşhis ve tedavi sürecindeki ciddi ihmallerin araştırılmasını, Şehmus Yetek’in Türkiye hapishanelerinden her hafta çıkan altı cenazeden biri olmamasını sağlamak için gerekli girişimlerin başlatılmasını” talep etti.
Ağustos ayı içerisinde bu başvurulara cevaplar gelmeye başladı. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, 15 Ağustos 2014 tarihli cevabında Şehmus Yetek’in teşhis ve tedavi sürecinde herhangi bir ihmalin söz konusu olmadığını iddia etti. Adalet Bakanlığı’nın cevabı şu cümlelerle son buluyordu:
“Ceza infaz kurumlarında barındırılan tüm hükümlü ve tutuklulara olduğu gibi adı geçenin sağlık sorunları ile ilgili tüm tetkik ve tedavilerin yerine getirildiği, muayene ve tedavi kayıtlarına bakıldığında herhangi bir ihmalin söz konusu olmadığı anlaşılmıştır.”
Şehmus Yetek’in ismini anmak yerine “adı geçenin” denilmesinin iticiliği bir yana “ihmal olmadığı” iddiası ve Adalet Bakanlığı’nın bunu desteklemek için söyledikleri irdelenmeye muhtaç. Adalet Bakanlığı’nın cevabında ihmal olmadığının delili olarak Şehmus Yetek’in sevkleri gösterildi. Bu sevkler şöyle sıralanmaktadır:
22.04.2014: Revire çıkarıldı ve yapılan muayene sonucu Midyat Devlet Hastanesi Dahiliye Polikliniğine sevk edildi.
24.04.2014: Midyat Devlet Hastanesi Dahiliye Polikliniğine götürüldü ve yapılan muayene sonucu Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Polikliniğine sevk edildi.
(Tarih verilmemiş): Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Polikliniğinde götürüldü ve yapılan muayene sonucu “hastane koşulları yeterli olmadığından biyopsi yaptırılması ve tedavisi” için Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne sevk edildi.
12.05.2014: Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji bölümüne götürüldü ve biyopsi için gün verildi.
14.05.2014: Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne götürüldü ve biyopsisi yapıldı.
(Tarih verilmemiş): Bu sevklerin olduğu günlerde ve Şehmus Yetek hapishanede rahatsızlandı ve sekiz kez 112 Acil Servis ve Midyat Devlet Hastanesi Acil Polikliniğine götürülerek müdahale edildi.
29.05.2014: Rahatsızlanan Şehmus Yetek acile kaldırıldı ve acil doktorunun yönlendirmesi ile Midyat Devlet Hastanesi Dahiliye Polikliniğinde yapılan muayenesi sonucu Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bölümüne sevk edildi.
30.05.2014: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji bölümüne götürüldü. O gün patoloji sonucu çıktı ve Şehmus Yetek’in 4. Evrede kan kanseri (Evre IV Diffüz Büyük B Hücreli Lenfoma) olduğu tespit edildi. Kanser olduğunun teşhisi üzerine acilen Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevki çıkarıldı.
2.06.2014: Uçakla Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk edildi.
9.07.2014: İstanbul Adli Tıp Kurumu’nun “6 ay süre ile cezasının tehiri uygundur” raporu üzerine Şehmuz Yetek tahliye edildi.
Adalet Bakanlığı, Şehmus Yetek’in 22 Nisan ile 2 Haziran arasında yaklaşık 15 kez revire veya hastaneye çıkarılmasını “tetkik ve tedavilerin yerine getirildiğinin”, “ihmal olmadığının” kanıtı olarak sunuyor. Ancak bu hayli zayıf bir savunma.
Zayıf çünkü:
1- Şehmus Yetek’in hastalık süreci neden 22 Nisan 2014 tarihinden itibaren başlatıldı? O tarihe gelindiğinde Yetek’in kanseri zaten dördüncü evresine kadar ilerlemiş ve hastalığı artık çıplak gözle dahi görülebilecek düzeye gelmiş bulunuyor. Bakanlık cevabi yazısında “Hükümlü Şehmus Yetek’in 2 Temmuz 2013 tarihinde Midyat M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na geldiği ve giriş muayenesinin yapıldığı, yaklaşık bir yıllık süre içerisinde halihazırda herhangi bir şikayetinin bulunmadığını beyan ettiği” deniliyor. Ancak ailesi CİSST’a yaptığı başvuruda Şehmus Yetek’in üç yıldır rahatsız olduğunu beyan etmişti.
2- Şehmus Yetek’in 40 günlük süre içerisinde yaklaşık 15 kez revire veya hastaneye çıkarılmış olması yani neredeyse her 3 günde bir koğuşundan çıkarılması ve geri getirilmesi olumlu görülebilecek bir durum değildir. Kaldı ki revire çıkarılışları haricinde Midyat Devlet Hastanesi’ne, Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne ve Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne götürülüş ve getirilişleri muhtemeldir ki, bırakalım hasta mahpusları sıradan mahpuslar için dahi son derece sağlıksız olan ring araçlarıyla yapılmış ve Şehmus Yetek bu araçlarla kilometrelerce yol katetmek zorunda bırakılmıştır. Bu sevkler yerine hastaneye erkenden yatışı yapılabilir ve tetkikler bu hastanede gerçekleştirilebilirdi. Hasta mahpuslara, özellikle de ağır hasta mahpuslara hastalığının teşhisi sürecinde yapılan bu “ringlerle hastaneye götür getir” uygulaması en hafif nitelendirmesiyle “kötü muamele” olarak görülebilir.
Tüm bunlar dikkate alındığında Adalet Bakanlığı’nın “herhangi bir ihmalin söz konusu olmadığı” yönündeki açıklaması ne vicdanları ne de adalet duygumuzu tatmin edici değil.
Şehmus Yetek’e yaşatılanlar gösteriyor ki;
Türkiye hapishanelerindeki hasta mahpusların teşhis ve tedavileri ile sağlığa erişim hakkı önünde ciddi engeller bulunuyor.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (madde 15 ve 17) ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) (madde 2) ile korunan yaşama hakkı, hapishanelerdeki mahpusların sağlıklarının korunması açısından devletin pozitif yükümlülükleri arasında yer alıyor. Devlet, hapishanede tuttuğu kişilerin yaşama hakkını garanti altına almakla yükümlüdür. Özellikle ölümcül hastalıklar söz konusu olduğunda, hasta mahpusların teşhis ve tedaviye erişiminin sağlanmaması işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza ve işlemler kapsamında değerlendirilebilir ve bu ise Anayasa (madde 17) ve İHAS (madde 3) ile düzenlenen kimsenin işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza ve işlemlere tabi tutulamayacağı yasağının bir ihlalini oluşturuyor.
Mahpusların teşhis ve tedaviye erişiminin geciktirilmesi ve sağlığa erişimlerinin sevkler silsilesi ile zorlaştırılması; mahpusların ancak ölüm aşamasına tahliye edilmesi anlayışının terk edilmesi gerekiyor. Yaşam hakkı ve sağlığa erişim hakkı, temel insan haklarındandır ve mahpus olmak bunun bir istisnasını teşkil etmez. Adalet Bakanlığının ölümler ardından yaptığı “ihlal yoktur” açıklamaları, sorunu ortadan kaldırmıyor.
Bu konu sadece insan hakları savunucularının ve ilgili derneklerin konusu olmaktan çıkarılmalı ve barolar, hukukçular da bu konuda ihmaller, kötü muamele, işkence ve cana kasta varan bu uygulamaları dava konusu haline getirmeli ve takipçisi olmalıdırlar. Hasta mahpuslar söz konusu olduğunda, konuyu odağına yerleştirip tartışacağımız yer sadece vicdanlarımız değil. Hapishanelerden her gün yeni bir tabutun çıkmasının engellenmesinin yanı sıra bu ölümlerinin sorumlularının yargılanmasını da bir talep olarak öne çıkarmak gerekir.
Hasta mahpusların teşhis ve tedavilerinin engellenmesine neden olan, sağlığa erişim hakkını engelleyen, ölümlerine yol açan tüm sorumlular yargılanmalıdır. (BE/ME/AS)
* Başak Ekinci, Bahçeşehir Üniversitesi/ Hukuk Bölümü, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) Gönüllüsü. Mustafa Eren, Sosyolog, CİSST Proje Koordinatörü
[1] Bu STÖ’ler şunlardır: Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST), Dışarıda Deli Dalgalar İnisiyatifi, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği (ESHİD), Görülmüştür.org, İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi (İHD), Mahsus Mahal Derneği, MAZLUMDER Cezaevi Komisyonu, Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV). Açıklamaya bu linkten ulaşılabilir.