Cumartesi günü saat 12.00'de Galatasaray Meydanı'nda, kayıpların fotoğrafları ve kırmızı karanfillerle gerçekleşen oturma eylemi 19. yılını doldurdu.
Kasım Alpsoy 18 Mayıs 1994 günü sabaha karşı Kasım Alpsoy'un Adana'daki evine de baskın yapan uzun menzilli silah taşıyan çelik yelekli polisler 30 yaşındaki Alpsoy'u gözaltına alarak Adana İstihbarat Dairesi'ne götürdü. Daha önce İstanbul'da da gözaltına alınan Alpsoy'u İstanbul'da sorgulayan işkence timi de oradaydı. Gözaltına alındığı günün akşamı kendisini serbest bırakıp kimliğini alıkoydular. "Yarın gel, kimliğini al" dediler. Eve geldiğinde işkencede görmüştü. Ertesi gün kimliğini almak üzere akrabasıyla MİT binasına gitti. Akrabası tüm gün kapıda bekledi, ancak Kasım Alpsoy o binadan bir daha çıkamadı. |
"Failleri Belli, Kayıplar Nerede" sorusu duruyor en önde. Cevap verilmedi.
Kayıp fotoğraflarını taşıyan annelere, babalara ve eşlere çocuklar ve nihayetinde torunlar da eşlik eder oldu artık. Üç kuşak Galatasaray Meydanı'nda.
Onlardan biri de Alpsoy ailesi.
Gülbahar Alpsoy. 32 yaşında bir kadın. Babası Kasım Alpsoy gözaltında kaybedildiğinde 12 yaşındaydı. Onun büyüdüğü Cumartesi Meydanı’nda şimdi yeğenleri de oturuyor.
14 yıl önce Türkiye’den ayrıldı. Yedi yıl sonra döndüğünde tutuklandı. Geçtiğimiz Nisan sonunda serbest kaldı. İlk fırsatta tekrar Cumartesi Meydanı’ndaydı. Artık babasının kaybedildiği yaştan büyük.
Gülbahar Alpsoy ile 1994 Mayıs’ı öncesindeki çocukluğunu, babasının bedeninde tanıştığı işkencenin kendi bedenine taşındığı yılları, mücadeleyi, barışı, dağa çıkan gençleri konuştuk.
"İşkenceyi babamın bedeninde tanıdım"
Nerede doğdunuz?
1982’de Midyat’ta doğdum iki yaşında sürgün edildik. Babam koruculuk sistemini kabul etmedi. Kan davaları ve ekonomik sıkıntılardan dolayı göç ettik. İki yaşındaydım.
İstanbul’da yaşamınız nasıldı?
İstanbul’da büyüdüm, ilkokula başladım. Babam terziydi; deri üzerine çalışıyordu. Tunus’ta da çalıştı. İstanbul’da deri atölyesinde çalışmaya başladı sonra. Biz okula devam ettik, sonra ev aldık.
O yıllardan aklınızda kalan an nedir?
Ben ilkokul ikideydim, sekiz yaşındaydım; babam gözaltına alındı. 28 güne yakın kaldı. Ben bir şey anlamıyordum. Babam geldiğinde baya işkence görmüştü. O zamanlar işkence sözleri, Kürtlük meselesi geçiyor ama fazla anlamıyoruz biz.
Ben ilk işkenceyi o zaman babamın bedeninde gördüm. Çok etkilenmiştim.
Tekrar tutuklama kararı çıktı. Babam herhangi bir çalışmada değildi, terziydi. O süreçte bir çok insan gibi, Kürdüm diyen demokrasiden bahseden herkes teröristti.
" 'Terörist çocuğu' diye oyuna almadılar"
Size nasıl yansıdı babanızın gözaltına alınması?
Arama kararı çıkınca babam gitti. Polisler geliyordu eve, babamı soruyorlardı. Biz çocuğuz, annem tek evde. Annem babamın nerede olduğunu gerçekten bilmiyordu. Türkçe de bilmiyordu, Kürtçe konuşuyordu. Polis anneme ‘Niye teröristçe konuşuyorsun, Türkçe konuş’ dedi. Annem yine Kürtçe konuştu, Türkçe bilmiyor çünkü.
Annem sadece Kürtçe konuştuğu, babamın nerede olduğunu bilmediği için tokat yemişti.
Terörist kelimesinin ne olduğunu bile bilmiyorum. O zaman çok etkilenmiştim.
Baskından sonraki gün sokağa çıkıp arkadaşlarımın yanına gittiğimde beni oyuna almadılar. Babaları "Gülbahar ile oynamayın onlar terörist” demiş.
Terörist ne demek bilmiyorum, annem Kürtçe konuştuğu için terörist olmuş, ‘terörist çocuğu’ diye oyuna alınmıyorum. Bunlar benim hayatımda ilk kırılma anı.
"Adana'daki üç yıla dönmek isterim"
Adana’ya göç ettiniz sonra…
Sonra annem, babam ve iki küçük kardeşim Adana’ya gitti. Benle ağabeyim dayımlarla kaldık. Biz de gidene dek geçen sekiz ayda çok iyi şeyler yaşamadık. Aile özlemi, neden gittiler, seni neden götürmediler, sevmiyorlar mı?...
Sekiz aydan sonra biz de gittik Adana’ya. Orada okula devam ettik. Ağabeyim beşe ben üçe. Orada da aynı şeylerle karşılaştım. Öğretmen bir kez “Terörist ne demektir?” diye ödev vermişti. Çok korkmuştum yine mi karşıma çıktı diye. Zor bir süreçti.
Adana’da nasıl bir hayat kurdunuz?
Hayatında en çok dönmek istediğin zaman ne zaman dediklerinde Adana’daki o üç-üç buçuk yıl diye düşünürüm. Babamla geçirdiğim, ailemin en sıcak olduğu dönemdi.
Okuyorduk, babam deri işine devam ediyordu. Her şey çok güzel giderken 1994 Mayıs’ında her şey altüst aldı.
"Babamı aldılar, sofra duruyordu"
Babanızın gözaltına alındığı o geceyi nasıl hatırlıyorsunuz?
Ben gidecek, geri gelecek diye inanıyordum; çünkü babam bir yere gittiğini söylememişti.
|
Baskın olduğu gece babam çok acıkmıştı. Mardin peynirini çok severdi. Anneme acıktım, yemek var mı?’ dedi. Annem sevdiği peyniri çıkardı, çay koydu. Yedikten sonra sofrayı kaldırmadan uyuduk.
Sabah 5’te baskın oldu. Gözümü açtığımda yatağımı kaldırıyordu iki adam ellerinde silah. 12 yaşıma yeni girmiştim. Kalktım birbirimize baktık. Babam salondaydı, yanına gittim. “Korkma, annenin yanına git” dedi. Annem “Neden geldiniz” dediğinde “İfadesini alıp bırakacağız” diyorlardı.
Babamı aldılar. Annem çok kötü olmuştu. Ben gidecek geri gelecek diye inanıyordum, çünkü babam bir yere gittiğini söylememişti.
Mutfakta hala duruyordu sofra.
Ertesi sabah geri döndü…
Sabah mutfağa gittim annem mutluydu çay yapıyordu. “Baban gelmiş, git gör” dedi. “Ben gelecek demiştim zaten. Görmeyeceğim okula gideceğim” dedim. 5. sınıftaydım, diplomaları alacaktık yakında.
Uzun koridorun sonunda babamın yattığı oda vardı, kapı aralıktı. Gidemedim. Önceden babamın gözaltından çıktığı halini görmüştüm. Gidersem yine o halde görürsem kaldırabilecek miydim? Bilmiyorum ki yine gidecek. Görmeden okula gittim.
Döndüğümde annem tekti. Babamı aldıklarında işkence yapmış, kimliğine parasına el koymuşlar. Yol parası vererek göndermiş, ertesi gün kimliğini almaya gelmesini söylemişler. Teyzemin kocasıyla kimliğini almaya gitmiş.
Bekledik. Gelmedi. Akşama doğru teyzemin kocası geldi. Adana’daki MİT binasından çıkmamış babam. Sorduğunda “Öyle biri gelmedi” demişler.
Babam öyle kayboldu, bir daha gelmedi. Hiçbir yerden sonuç çıkmadı.
"12 yaşında çalışmaya başladım"
Kasım Alpsoy kaybedildiğinde: * Tansu Çiller Başbakandı. * Nahit Menteşe İçişleri Bakanıydı. * Mehmet Ağar Emniyet Genel Müdürüydü. * Sönmez Köksal MİT Müsteşarıydı. * Mehmet Eymür MİT Daire Başkanıydı. * Hayri Kozakçıoğlu İstanbul Valisiydi. * Necdet Menzir İstanbul Emniyet Müdürüydü. * Nihat Parmaksız Adana Valisiydi. * Ramazan Er Adana Emniyet Müdürüydü.
|
Babanızın kaybedilmesi eğitiminizi nasıl etkiledi?
Ortaokula gidecektim, babam da okumamı çok istiyordu ben de seviyordum. Okul bittiğinde babamla paylaşmak istiyordum. Diplomamı aldığımda hiçbir duygu yaşamadım. Orada bitti sanki bir şeyler.
İstanbul’a döndük. Ağabeyim 13 ben 12 yaşındaydım. İki küçük kardeş var annem iki aylık hamile. Okumak istiyorum ama okuyamayacağım. Ağabeyimle çalışmaya başladık. Ben tekstilde o deride.
12 yaşında boyumuzu, gücümüzü, yaşımızı aşan bir şeyin altına girdik. Sabah yedide gidiyorduk ben akşam yedide ağabeyim on ikide gelirdi. 15 yaşıma dek çalıştım böyle.
Cumartesi Anneleri ile nasıl tanıştınız?
Babama ne olduğunu, süreci araştırmaya başladım. Felsefeye ilgim vardı orada “Hiçbir şey tümden kaybolmaz” diye bir şey var. Öyleyse babam da kaybolmamıştır, ben nasıl bulabilirim diye arayışa başladım. Kendimi İnsan Hakları Derneği’nde buldum
Cumartesi Anneleri toplanıyordu. Elimize fotoğrafları alıp dışarı çıktık, kayıplarımızı anlatmaya başladık. Çalıştığım için her zaman gelemiyordum.
Kadın olman da sorun. Akrabalarda öyle kızların bir şeyler yapması yoktu. Benimki biraz istisna.
Cumartesi Anneleri çok zorluk çekti, gözaltılar baskılar. Ben o süreçte HADEP’e (Halkın Demokrasi Partisi) gitmeye başladım. Gençlik çalışmaları ve siyasetle tanışma başladı. Bir yandan babamı arama sürüyordu.
"Kürdüm dedikçe işkence sürdü"
Mücadeleniz nasıl sürdü?
12 yaşında boyumuzu, gücümüzü, yaşımızı aşan bir şeyin altına girdik. Sabah yedide işe gidiyorduk ben akşam yedide ağabeyim on ikide gelirdi.
|
18 yaşıma dek burada mücadeledeydim. Devletle, akrabalar ile mücadele var. Bir yandan akraba oğullarının şiddeti, bir yandan polis şiddeti. Ama inat ediyorsun, ben kadınım ve bunu yapacağım diye.
İnatlaşma oldu ama inatlaşma yetmiyor bilinç gerekliydi. Bilinç oluşturma faaliyetleri gelişti sonrasında.
Bilinçlendikçe her şeyin göründüğü gibi olmadığını görüyorsun. Her şey senin yaşadığın acı, gördüğün şeyler, yaşadığın mekan değil. Babamla birlikte binlerce insanın kaybedildiğini öğrendim. Halkın Demokrasi Partisi'ne (HADEP) gittiğim için iki defa gözaltına alındım.
İşkence gördük. Sekiz yaşımda ne yaşadıysam aynısı oldu, neden gözaltına alındığımı anlamıyordum başta. Yasal bir partideydim bana “Türk müsün Kürt müsün?” diye soruyorlar Kürt olunca hakaret ve işkence görüyordum.
Kürdüm ve Kürtlük inkar edildiği için bunu savundukça acı çekeceğimi anlıyordum. Ya inandığım şeyi, varlığımı kabul edip bunun için mücadele edecek ya da onursuzca yaşayacaktım. Onursuz yaşamı tercih edemezdim.
Türkiye’den ayrılmaya nasıl karar verdiniz?
Öyle şeyler yaşandı ki 18 yaşıma dek. Burada kalma koşullarım kalmamıştı. Babamı bulamıyordum. Kayıplarımız çoğalıyordu. İşkence görüyorduk, insan hakları denen bir şey yoktu. Kalırsam ya cezaevindeydim ya da sokak ortasında öldürülecektim.
2001’de ayrıldım Türkiye’den. Mücadele alanım değişti. Kültürüm, varlığım, halkım ve Türkiye halkları için mücadele ettim.
Kürdüm ama ben Türkiye’de sadece Kürtlerin ezildiğini de görmedim. Kürt olmandan ve bunun yok sayılmasından kaynaklı Kürt mücadelesine katılıyorsun ama mücadele sadece Kürt halkı için yürütülmüyor.
Benimle işkence görenler arasında Ordulu da vardı, Trakyalı da. Demokrasi diye slogan atan Türktü. Biz yanyana insan haklarını yok saymaya çalışan sisteme karşı mücadele ettik.
"Ben büyüdüm, babam değişmedi"
Ben büyüyordum ama babam hiç değişmemişti.
|
14 yıl sonra tekrar Galatasaray Meydanı’nda olmak nasıldı?
2007'de geri döndüm. Tutuklandım. Cezaevinde yedi yıl yattım. 25 Nisan’da tahliye oldum. Üçüncü Cumartesi Galatasaray Meydanı’ndaydım. Yedi yıl cezaevinde haberler çıktığında onlarla oturuyordum. Buradan ayrılmadım aslında.
Nasıl geleceğim, yıllar sonra babamın fotoğrafını elime almak nasıl olacak ikilemini çok yaşadım.
Babamın fotoğrafını elime aldığımda, yıllarca hissettiğim şeyi derinden yaşadım; ben büyüyordum ama babam hiç değişmemişti.
Çok zorlandım. Cumartesi Anneleri’nin içinde babamın fotoğrafıyla tekrar hesap soruyor olmaktan dolayı mutluydum ama bir yandan da hala bulamamak canımı acıttı.
Cumartesi oturmaları sizin için ne ifade ediyor?
Oradaki oturuşu çok kutsal buluyorum ve güç de alıyorum. Annelerin yaşadığı zorlukları da biliyorum. Anneler hasta, birçoğu yaşlı. Her fotoğrafı ellerine aldıklarında içleri yanıyor ama çok güçlüler. Oradaki kayıp yakınları birbirinden güç alıyor.
O medyan direniş meydanı olmuş. Ben oradayken kayıplar yanımızda gibi hissediyorum. Öldüklerine inanamıyorum. Babamın gülüşü geliyor kulağıma.
"Sanki geri dönecekler gibi"
Bir yanım politik bir kadın, sürekli direniyor. Bir yanım hala 12 yaşında, Yüreğir'de merdivenlerin üstüne oturmuş babasını bekleyen bir çocuk.
|
Kayıplar mücadelesinde ne hissediyorsunuz?
Aileler kemikleri istiyor. Ben de isterim ama daha çok annem için. 28 yaşında kaybetmiş. Belki mezarı olsa gider anlatır, dertleşir.
Benim aradığım bu değil. Ben kemikleri bulsam da inanmayacağım belki babama ait olduğuna. Babamdan sonra birçok insanı kaybettim ama hiçbir zaman onları tümden kaybettiğime inanmadım. Hep sanki işe gitmişler bakkala gitmişler gelecekler diye kendimi avuttum. Hala beklerim.
Onlarla ideolojik, ruhsal, düşünsel olarak kavuşmayı hedefliyorum. Onarla kavuşmak için direnmeye devam edeceğim. Bu kişileri sanık sandalyesinde görene dek direneceğiz. Yargılanacaklar. Bize hesap verecekler.
Babanızla ilgili yargı süreci ne durumda?
Bir gelişme yok. Zaman aşımına uğramadı. En son bir kimsesizler mezarlığına gömüldüğü söylendi ancak bir adım atılmadı.
Yaşananların sizde bıraktığı iz ne?
İki insan oluyorsun aslında. Bir yanım politik bir kadın, sürekli direniyor. Bir yanım hala 12 yaşında, Yüreğir’de merdivenlerin üstüne oturmuş babasını bekleyen bir çocuk. O büyümüyor, büyümeyecek. Sanıyor ki baba gelecek, elinden tutacak eve girecekler.
O çocuğun büyümesini istemiyorum. O çocuk benim vicdanım, adaletim, saflığım, temizliğim. Hatta diğer Gülbahar ile tanışsın da istemiyorum.
"Hükümet adım atmalı"
Çözüm süreci ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Barışa inanmasam barış için mücadele edemem zaten. Süreçte şimdiye dek güçlü bir adım atılmadı. Umutsuzluğa düşmeyi sevmiyorum bu durum sadece üzüyor.
Kürt halkının lideri Abdullah Öcalan barışa kendini adadı, Newroz mesajı var, ateşkes yapıldı. Buna rağmen savaşı kışkırtma durumu var. Hendeklerin kazılması, kalekolların yapılması, hasta tutsakların serbest bırakılmaması, anayasada değişiklik yapılmaması, Önderliğin özgürlüğüne dair bir şey yapılmaması barış sürecinin önündeki engeller.
Hepsi bir anda olsun demiyorsun ama adım adım yapılacak şeyler var. Ateşkesi kabul ediyorsan neden kalekol yapıyorsun? Hasta tutsaklar neden bırakılmıyor? Anadilde eğitimde neden anadilimi seçmeli ders olarak alayım?
Aşılması gereken noktalar aşılırsa süreç da da ilerleyecek. Şu aşamada gelişme görmüyorum.
İnsana ne asker ne gerilla cenazesi gelmemesi iyi geliyor.
Ama öte yandan Rojava’da savaş var. Oraya giden çeteler kim? Orada gerilla cenazeleri geliyor, sınırdan düşen mermilerden kaç insan öldü.
Türkiye’de barışın, demokrasinin gelişeceğinden umutluyum çünkü bunun için elimizden gelen mücadeleyi yapıyoruz. Hükümetin de halka güven vermesi ve bir şeyler yapması lazım.
"Gençlere yaşını aşan cezalar veriyorlar"
Yaşlarını aşan cezalar veriyor sonra serbest kalınca "Neden gitti?" diyorsun. |
Çocuk gerillalar gündemde. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Televizyonda izledim. 53 genç katılmış, katılım amaçlarını anlattılar, içlerinde Türkler de vardı. Birçoğu öğrenci, cezaevine girip çıkmış. Kaçırılma durumu yok. “Cezaevinde kalacağıma buraya gelirim” diyor.
Hiç kimse zorla götürülemez, zorla götürülse de dayanamaz kaçar gelir. Gerillanın kendisi gönüllülük üzerinedir.
Bu insanlar neden katılıyor diye düşünmeli. Geçmişe gitmeye gerek yok. Bir yılda kaç öğrenci gözaltına alındı, kaç insan tutuklandı, okulunu okuyamadı, kaç genç yürüyüş yaptı diye ceza aldı, tutuklu çocuklar tecavüze uğradı, işkence gördü…
Yaşam koşulu tanımıyor, işkence yapıyor, sokakta dövüyor, gaz bombasıyla zehirliyorsun. Gezi’de kaç genç, çocuk öldü.
Yaşlarını aşan cezalar veriyor sonra serbest kalınca “Neden gitti?” diyorsun.
"Hücreler kalktı, işkence sokağa taşındı"
Erdoğan 'Benim zamanımda kayıp yok' diyor ama kayıpların akıbetinin ortaya çıkmaması, failleri yargılamaması bu insanları kaybetme nedenidir.
|
Neden gidiyorlar?
90’larda nasılsa bugün bazı koşullar değişse de özü aynı. Türkiye’de gençlere yaşam koşulu sağlanmıyor.
Recep Tayyip Erdoğan kendi döneminde kayıp yok diyor ama kayıpların akıbetini ortaya çıkarmaması, failleri yargılamaması bu insanları kaybetme nedenidir. Senin döneminde insanlar kaybolmuyorsa bul kayıpları.
Kendi döneminde işkence olmadığını söylüyor. Geçen Cumartesi Gezi’nin yıldönümünde olanlar ne. İlla emniyette, yer altındaki hücrelerde mi işkence yapmak lazım.
Gaziosmanpaşa’da stant açanlara saldırdılar. Bunlar kendi başına işkence değil mi?
Hücreler kalkmış, işkence sokaklara taşmış. Kayıplar evden alınmıyor daha resmi kaybediliyor. Ölümler silahla değil gaz bombasıyla oluyor. Hakaret değişmemiş.
Bu insanlar niye dağa çıkıyor diye sormak çok mantıksız geliyor. Bir yılda 700 insanın gerillaya katıldığını söylüyorlar. Büyük ihtimal 18-20’sinde gençlerdir. Gençler zaten arayışı olan insanlardır. Nefes alma yeri bırakmayınca ne yapacak bu insanlar.
Erdoğan “milli içkimiz ayran” diyordu ya, kendi yöntemi zaten gençlerin beyinlerini uyuşturmak için çalışıyor. Gençlerde beyinlerini uyuşturmamak için direniyor. Helal olsun o gençlere. (BK)
* Gülbahar Alpsoy'un ağabeyi Mehmet Alpsoy ile 2013 Kayıplar Haftası sırasında yaptığımız röportajı okumak için tıklayın.