KCK basın davası kapsamında tutuksuz yargılanan gazeteci Evrim Kepenek'in savunması, gazetecilerin yargıyla bitip tükenmeyen imtihanından bir örnek gibi. Kepenek'in mahkeme notlarını paylaşıyoruz.
Deprem haberleri yapmak üzere gittiğim Van'da, bir gece yarısı, "İstanbul'dan gelen talimat bu" denilerek kaldığım çadıra güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındım. Hem benim bulunduğum çadırda, hem de deprem dolayısıyla hasarlı olduğu için mühürlenen DİHA'nın Van bürosunda hummalı bir arayışa girişen güvenlik güçleri, bilgisayalarımızdan, mektuplarımıza, fotoğraf makinesi kartlarımızdan haber notlarımıza kadar ellerine gelen her şeyi bir suç deliliymiş edasıyla poşetlere doldurdular. Çadırda misafir olarak kaldığımı sadece kendi valizimden ve sırt çantamdan sorumlu olduğumu belirtmeme rağmen, bulunan her şey benden ele geçirilen materyaller listesine yazıldı.
Haberlerimiz suç delili!
Van'dan İstanbul'a Vatan Emniyet Müdürlüğü'ne getirildim ve 4 gün süren gözaltından sonra savcılık tarafından serbest bırakıldım. Birçok gazeteci arkadaşımız tutuklu yargılanmak üzere cezaevine gönderildi. Savcılık, örgüt emriyle haber yaptığımız iddiasıyla gazeteciliğimizi suç ilan etti. Hakkımızda 800 sayfadan oluşan bir iddianame hazırlayan savcılık, haber kaynaklarımızla yaptığımız telefon görüşmelerini, gazetecilik yapmak üzere gittiğimiz basın açıklamalarındaki fotoğraflarımızı ve birkaç gizli tanığın beyanlarını suç kanıtı olarak iddianameye koydu.
Özgürlüğümüzün kısıtlanmasını talep eden iddianameler ciddi hazırlanmıyor!
Hakkımızda 7 yıldan 22 yıla kadar hapis cezası isteyen savcılık, örneğin benim ismimi Ülker Evrim Kepenek olarak defalarca yanlış yazdı. Avukatlarımız, iddianamedeki çelişkileri, komikleri defalarca anlattı. Nihayet neredeyse iki yılın sonunda savunma sırası biz tutuksuz gazetecilere geldi. Savunmamı avukatım Davut Erkan'la birlikte titiz bir şekilde hazırladık. Ne de olsa, davada savunma yapan avukatlardan kendisini savunan gazetecilere kadar, herkes hakkında, sürekli olarak yeni davalar açılıyordu. Örneğin avukatım Erkan'a, iddianamenin komik olduğunu söylemesi üzerine bir dava açılmıştı. Hakkımda açılan yeterince dava olduğunu düşündüğümden, yeni davalara olanak sağlamamak için her kelimeyi defalarca düşünerek 8 bölüm 40 sayfadan oluşan bir savunma hazırladım.
Mahkeme heyeti gazetecilik yapacak donanıma sahip!
Mahkeme heyetinin karşısına geçtiğimde ilk olarak, kimlik tespiti sırasında neden Kürtçe ve Hemşince konuştuğumu anlattım. Ardından, Hollandalı gazeteci Bram Vermeulen'in Ocak ayından itibaren sınırdışı edileceğine dikkat çektim. Savunmamın ilk bölümünde gazeteciliğin ilkelerinden, olgularından çeşitlerinden söz ettim. Aslında o mahkeme salonunda gazetecilik mesleğinin tüm ayrıntıları o kadar çok anlatılmıştı ki mahkeme heyeti gazetecilik yapabilecek bir donanım elde etti. İkinci bölümdeyse, Uluslararası Af Örgütü tarafından hazırlanan bir rapordan yararlandım ve gazeteciliğin baskı altına alınmasını dünyanın farklı ülkelerindeki örnekleriyle anlattım.
Türk basını sansür, Kürt ve Ermeni basını katliamlarla dolu!
Sonraki bölümdeyse, Türkiye'de gazetecilik hangi yöntemlerle baskı altına alınmaya çalışılıyor sorusuna yanıt aradım. Türk, Kürt, Ermeni, Çerkes, Laz, Hemşin aklıma gelebilen tüm halkların basın tarihini incelemiştim. Buna ilişkin kısa bir sunum yaptım. Türk basın tarihinde basını özgürleştirmek adı altında yazılan tüzüklerin bile aslında basını kontrol altına almaya hizmet ettiğini ifade ederken, basın tarihinin sansür tarihiyle paralel ilerlediğine dikkat çektim. Kürt ve Ermeni basın tarihine ilişkin olarak da öldürülen Kürt ve Ermeni gazetecilerin isimlerini okudum.
Asimilasyon politikaları nedeniyle halkların basın geleneği oluşmadı!
Laz basın tarihindeyse, Lazca çıkan dergilerin (Ogni) bölücülük propagandası yaptığı gerekçesiyle kapatıldığını söyledim. Lazca gazetenin (Ağani muru3xi-yeni yıldız) geçtiğimiz günlerde daha yeni okuyucuyla buluştuğunu ifade ederken, Türkiye'de çıkan bir hemşince gazete olmadığını vurguladım. Çerkeslerin Jineps gazetesinden söz ettikten sonra, mahkeme heyeti duruşmayı 29 Ekim Cumhuriyet bayramı nedeniyle tatil etti.
Savunmam şov olarak değerlendirildi!
Tatilin ardından mahkeme heyetinin karşısına geçtiğimde davayla birebir örtüşen bir örnekle savunmama başlamak istediğimi belirttim. "Sayın Mahkeme heyeti bildiğiniz gibi Ahmet Kaya'ya ödül..." dememe kalmadan mahkeme heyeti başkanı, "Savunmayla alakası yok burayı geçelim. Burası şov yeri değil" dedi. Kocaman bir cümle, "Hakkında sayısız dava açılan Kaya'ya dün yapılan hatalar yüzünden bugün vicdani rahatlama için belki de ödüller veriliyor. Yarın da aynı şeyler bizim için geçerli olacak" diyecekken cümlemi ifade edemedim. Basın tarihinde yaşanan baskıları anlatmaya devam ettim. Savunmamda kendi gazeteciliğimle ilgili bölüme sıra gelmişti.
Metin Lokumcu ve Kazım Koyuncu'yu hatırlattım!
Yaptığım ekoloji haberlerinden, kadına yönelik şiddetten söz ettim. Doğu Karadaniz'deki ekoloji mücadelesinde yaşamını kaybeden Avukat Cihan Eren ve Metin Lokumcu'yu hatırlattım. Kazım Koyuncu'yu anlattım. İş cinayetlerini ve tarımda çalışan işçi çocuklar gerçeğini vurguladım. Bu sırada sesim haliyle biraz yükseldi, farketmedim. Mahkeme heyeti başkanı "Şov yapmayın" diyerek ikinci kere uyarınca, dayanamadım, çok daha fazla heyecanlandım. İşçi ölümleri şov malzemesi olabilir miydi? Evet benim sesim yaptığımız haberlerin ağırlığıyla biraz yükselmiş olabilir, ama neredeyse iki yıldır bu mahkemede kendimi savunmayı beklerken, sürekli olarak yeni bir baskının altında kalıyordum. Ben de kaçamak yapan sanatçıları haberleştirmek isteyebilirdim ama bu ülkenin gerçekleri, HES'lere karşı yaşam alanlarını savunan yaşam savunucuları, iş cinayetleri, cinsiyet ayrımcılıkları buna izin vermiyor diyecektim ki konuşamaz duruma geldim. Mahkeme heyeti duruşmaya ara verdi.
Habercilik bir virüs, panzeri daha çok haber yapmak!
Aranın ardından DİHA'da ve sonrasında yaptığım haberlerin küpürlerini mahkeme heyetine sundum. Haberciliğin bir virüs olduğunu panzehirinin de bu mahkemeler değil daha çok haber yapmak olduğunu yineledim. Savunmamın en önemli kısmına gelmişti sıra. Hakkımdaki kanıtlara tek tek yanıt verdim. Örneğin savcılık, Sırrı Süreyya Önder'in basın danışmanıyla yaptığım telefon görüşmesini suç kanıtı olarak koymuş. Konuştuğumuz konu, Önder'in katılacağı bir toplantıya bizim muhabir gönderip gönderemeyeceğimiz. Her üç cümlenin ikisinde haber kelimesi geçiyor. Milletvekillerinin katıldığı toplantının sadece benim için değil bütün muhabirler için haber değeri taşıdığını yineledim. Ardından, Galatasaray Lisesi önünde yine vekillerin katıldığı yüzlerce insanın oturma eylemi yaptığı haberi anlattım. Bu haber de suç kanıtı olarak iddianamedeydi. Yüzlerce insan oturma eylemi yapıyor dünyanın neresine giderseniz gidin bu bir haberdir. Bu haberi de başka basın kurumlarının haberleştirdiği bilgisini ekledikten sonra hakkımdaki başka haber kanıt iddiasına sıra geldi.
İyi fotoğraf çekmek isteyen muhabir doğru yerde konumlanmalı!
Bu haber kanıtı, Hatip Dicle'nin vekilliğinin düşürülmesinin ardından yaptığım haberle ilgiliydi. Dicle'nin vekilliğinin düşürülmesini Şişli'de protesto eden yüzlerce insan Taksim'e kadar yürüyüş yapmıştı. Bu basın açıklamasını ve sonrasında çıkan olayları haberleştirmiştim. Savcılık bu habere "örgüt emriyle katıldığımı" iddia etmiş bunu da yine boynumdaki fotoğraf makineli bir fotoğrafla desteklemişti. Bu haberin de başka gazeteler tarafından haberleştirildiğini küpürleriyle anlattım. Basın açıklamasının ardından çıkan olaylarda kitlenin içinde görüldüğüm iddiasına da, bir muhabirin haber yapmak, iyi fotoğrafı çekmek için kitlenin yakınında veya içinde olabileceğini (ki ben kitlenin içinde de değildim) ifade ederek yanıtladım. Yani, iyi fotoğraf çekmek isteyen muhabir doğru yerde konumlanmalıdır.
Haber toplantısı illegalize edilmiş!
Hakkımda bir beyan veren gizli tanık Batuhan Yıldız, iki ayda bir toplantı yapıldığını ve bu toplantıya katıldığımı iddia etmiş. Yıldız'ın söylemi tamamıyla gerçek dışı. Cumhuriyet, Birgün, Taraf gazetelerinde olduğu gibi hergün yapılan haber toplantılarına katıldım. İş bölümü yapılırken, kim hangi haberi takip etsin derken yapılan bu toplantılar tamamen illegalize edilmiş.
Davadaki konumum belli: Kürtlerle çalışmayın!
Davada kendi konumumun da farkındayım. Bu davaya beni eklemelerinin nedeninin Kürtleri yalnız bırakma politikasının bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Benim üzerimden, benim gibi Kürt olmayanlara, Kürtlerle çalışmayın mesajı veriliyor. Asıl bölücük bu değil mi?
Sayın Mahkeme Heyeti'ne son olarak şöyle seslendim:
Sayın Savcı bizi suçlu ilan etse de haberlerimizi okuyanlar, haberciliğimize tanıktır. Bu davada iletişim uzmanlarının da dinlenmesini istiyorum. Bizim gazeteciliğimize sayın savcı değil, okurlarımız karar versin. Okurlarımızın beyanı esas olarak kabul edilemezse de iletişim uzmanlarını çağıralım, konuşsunlar. Biz gazeteciyiz. Yasal bir haber ajansında yine sözleşmeli, yasal bir şekilde çalıştım. Adalet bugün olmasa da birgün mutlaka bu salonlara da gelecek. Birimize değil hepimize adalet özgürlük diyorum. Tutuklu tutuksuz tüm basın çalışanı arkadaşlarımızın ve kendimin beraatini talep ediyorum. Gazeteci olacak kadar bilgiye sahip olduğunuzu söylemiştim. Rahatlıkla gazetecilik yapabilirsiniz. Üstelik gerçeğin haberciliğinizi yapacağınızdan vicdanen de çok rahat olacaksınız demiştim. Kendi mesleğinizi yaparken de vicdanlı olup bu mahkemeleri gerçek bir adalet sarayına döndürmenizi talep ediyorum. (EMK/NV)