Her birimiz, kendi dünyamızı geniş tutabilmek adına, adı niteliğinden daha büyük nice yargılar icat ediyoruz birlikte soluk alıp verdiğimiz insanlar için. Her birimiz, içinde bulunduğumuz köhne tanımsızlık ve acizlik dünyalarımızda kendi hayatımızı nefrete boyadığımızın nişanesi isnatlarla geziyoruz sürekli. Bir insan ya da bir topluluk için en ağır ifadeleri çok kolay kullanmanın, haz etmediğimiz-etmeyeceğimiz tüm durumlar için zihnimize konuşlanmış sanıkları getireceğini bile bile, önyargı ve keskin ayrımlarla kurulmuş toplum hayatının en derin yerlerinde birer yargıç olarak konumlanıyoruz.
Tanımlanamayan bir kötü gidişin, normal şartlar altında kadersizlik ya da şanssızlık denebilecek durumların altından kalkmanın yolu bile komplike sıfatlarla hazır edilmiş "suçlulara" çıkıyor. Suç işleme potansiyelinin, kötü olma olasılığının bu kadar yaygın olduğu bir memlekette, ihtiyaca göre imal edilmiş belli suç kalıpları çocukları bile buluyor zaman zaman. Dışında kalamayacakları bir olay/eylem/yaşayış için, henüz yaşamayı keşfedememiş çocuklara ölümü bile reva görüyor bu coğrafya. Nitekim memleketin (dünyanın) bir yerinde küçük bir çoban havan mermisiyle parçalara ayrıldığında bile bunun "mantıklı bir izahını" bulmaya çalışan kafalar; büyüklerinden gördüğü yaşayış biçimi doğrultusunda hareket eden çocukları da "suçlu" addeder.
Tüm bu yargılar, tüm bu ön kabuller, herhangi bir insana reva görülebilecek elem verici tasarıların en büyüğü. Çünkü suç belli insanların üzerine giydirilecek gömlekler halini aldığında yaşadığımız yeri "bu memleket bizim" diye sahiplenmeye çalışmak bile ahmaklığa dönüşür ("bu memleket bizim" demek zaten ahmaklıktır; kast ettiğim bu söyleme sahip çıkanların meşrebini bile zorlayacağıdır bu durumun).
Çocuk hâkimler
Nedenlerin suçlu yaratmak için icat edildiği memleketin her köşesinde, bu insanlığa tezat hoyratlığı büyük gururla kendisiyle birlikte büyüten çocuklar da var. Ve bu çocuklar, daha şimdiden her şeyi bilen büyük bir komplo teorisyeni edasıyla her şeyi tanımlıyor, suçları, cezaları, güzellikleri, çarpıkları taksim ediyor. Öpüşmeyi bile ahlaksızlık olarak algılanması istenen o çocuklardan, bir takım nevrotik ve megolaman adamları "kahraman" olarak kabul etmesi isteniyor. Onlar da ediyor. Nihayet bu kadar keskin yargılar, çocukları çocukluktan çıkarıyor. Koca koca vatanseverler, savaşçılar ve en önemlisi yargıçlar oluyorlar. Herhangi bir kötülüğe dehşetle şaşırmayı bile çocukların ellerinden aldığınızda, şaşkınlık bitip her şey kesin olarak tanımlandığında çocuklar tarafından, artık bir geleceğiniz yok demektir. Hayata ait tüm tatlara öykünen bir edayla kuşandığınız insanlığınızın bir geleceği yok demektir. Çocuklar, içinde bulundukları berbat durumu anlamaya çalışmaktan vazgeçtiği için suçlusunuz, suçluyuz.
Yaşananların en çıplak haliyle gözler önünde olduğu durumlarda bile hepimizin meşrebine göre kendi nedenini ve suçlusunu yarattığı bir ortamda çocuklardan sağduyu, izan ve adalet beklemek manasız. Çocukların, sırf çocuk oldukları için iyi şeylerle ördükleri erdem duvarlarını, sırf biz istiyoruz, kendi doğrularımız, kendi nedenlerimiz ve suçlu olduğunu herkesin kabul etmesini istediğimiz sanıklarımız var diye yıkıyoruz. Vicdanı iyice muğlâklaştırıp çocuklara adalet ısmarlıyoruz.
Çocuklar, biz onlardan kendi yargılarımızı ezberlemelerini ve itaat etmelerini istediğimiz için suç işliyor çoğu zaman. Yargılamaya ve cezalandırmaya koşullandırdığımız çocukların zihninde yargılamanın adaletle bir bağı kalmıyor. Yargı, cezanın bir tezahürü olunca, suç işlemek de bir çeşit cezalandırma yöntemi oluyor. Hâkimliğe, bir manada hükmetmeye bu kadar alışan çocuklar, suç işleyerek içinde bulundukları dünyayı cezalandırıyor.
Yargı adil midir?
Adalet, haksızlığın ve zalimliğin bir şekilde tolere edilmesi için kurulmuş bir vicdan terazisi. Oysa hukuk sistemi denilen şey politik bir program halinde işler çoğu zaman. Yargı, çoğu zaman sistemin, egemenlerin kontrolü altında emre amadedir; mülkün temelidir. Eşitliği, temel insan haklarını savunan bireyler, işte bu politik programı adalete doğru, adil olana doğru esnetmeye çalışırlar.
Böyle bir hukuk sisteminin hüküm sürdüğü memlekette, adil olmaktan ziyade "makul ve makbul" olmaya meyleden mahkemeler adaleti yok ediyor.
Çobanların hiyerarşisi
On yıllardır ülkede yaşayan herkesi gütme iddiasındaki "adalet mekanizması", kimi zaman derin bir vakarla, kimi zaman ağzı yakan küfürlerle insanlara yön vermeye çalışıyor. Güdük kalmış bir adalet ve karartılmış bir vicdanla, yol alabildiği sürece kayıplara aldırış etmeden yapıyor işini. İnsandan daha önemli olan hakikati gizleyen ve koruyan bir tarikat gibi iş görüyor. Toprağın, kanla sulanmadıkça değersiz olduğunu söyleyen bir tarikat.
Yargı üstünde yaşadığımız toprağın tapusunu elinde tuttuğunu iddia ettiğinden olsa gerek, kimsenin adalet ihtiyacını dillendirmesini istemiyor. Toprak, üzerinde yaşayan herkese ait değilmiş gibi, üzerinde yaşayan insanları, toprakları korumak adına heba ediyor. Ve sıradan bir çoban büyük çobanların nezdinde değersiz bir varlık haline dönüşüyor. Nihayet, sıradan çobanların hayatları toprağın kana doyması için sürüyor sanki.
Vicdan adaletin temelidir
Gerçek manada adil olanın sözünün hükmü vicdanı yaralamaz. Tersten okursak; ancak vicdani olan tesis eder adaleti.
Genç bir çobanın cesedi parçalanıp toprağın üstüne yayıldığında, onun canının hesabını sorması gereken savcı işini savsakladığında, adil olmakla alakası olmayan bir cendereye girdiğinde yargı, vicdanın ferah kuşatıcılığında mahrum kalır taziyeler. Vicdanın olmadığı yerde de adaletin işi yoktur. Varsın herkes ayrı bir türkü tuttursun. Daha baştan bu kadar vicdansızlığa boyanmış bir mahkemeden adil karar, hüküm beklemek faydasız.
Adaletin sahibi
Adalet, tek tek bireylere sabır yüklemek zorunda. Bu sabır, erdem sahibi bireylerden oluşan bir toplumun inşa edilmesinin tek yolunu açar. Adalet, hayatın bütün izansızlığına, hoyratlığına karşı insanlara sabır yüklediğinde var olabilir. Adaletin sahibi adil olana kani olmuş sabırlı insanlardır.(EAA/BÇ)