Tabii turist ben olunca durum değişiyor, eminim siz olunca da bir başka olur. Evet, “her turistin, bir yoğurt yiyişi vardır…” diye mutlaka daha önce yazmışımdır ama sorun burada benim tekrara düşmem değil ortada yenecek halis muhlis bir yoğurt olup olmadığında. Bakalım…
Geçtiğimiz haftalarda içinde yer aldığım ağırlığı Macaristanlı bir turist kafilesiyle Orta Amerika ülkeleri Panama, Kosta Rika, Nikaragua, Honduras ve El Salvador’u kapsayan bir geziye katıldım.
Her şeyden önce Macaristanlılar ülkelerinde bütün olanlara rağmen nasıl muhalefet yapmamayı beceriyor sorusunun yanıtını bu gezi sayesinde keşfettim diyebilirim. Büyük olasılıkla başka nedenleri de vardır ama ulusal marşlarında dahi kendilerine acıyan halkın, kendi aralarında konuşmalarına, ortak şikayet konuları olmasına rağmen, sorunun muhatabıyla yüzleşmeye, itiraz etmeye yanaşmamalarında muhtemelen 1956 bastırması/yenilgisinin de büyük bir payı var.
Ejderin marifetleri
Gezide Panama’dan başlayarak ilk gözüme çarpan şey Çin’in buralardaki ekonomik ve sosyal işgali oldu. Panama’da Latin Amerika ve Karayip Ülkeleri Parlamentosu önünde doğal olarak üye ülkelerin bayrakları vardı, ama arada Çin’inki de dalgalanıyordu.
Anlaşılan Çin buralara tıpkı başka yerlerde de olduğu gibi “reddedilemeyecek teklifler”le gelmişti. Örneğin Panama’da metro ve yol ihalelerini almadan önce “bedavaya” bir stadyum yapıp Panama’ya hediye etmişti.
Eskiden buralarda inşaat işlerini Avrupa ve ABD merkezli şirketler yaparmış. Şimdilerde onların yerini Çin almış.
Bu durum özellikle Panama, Kosta Rica ve Nikaragua’da göze çarpıyor, Honduras ve El Salvador da sırada. Şimdiden Çin mutfağı küçük kasabalarda bile bir köşe tutmuş.
Çin’in “Bir kuşak-bir yol” stratejisi bağlamında Latin Amerika’ya dönük de bir planı var. Bu plan kapsamında Meksika, Kosta Rica ve Peru bağlantıları ana hatları oluşturuyor.
Çin tabii ki bu ülkelerde sadece inşaat ihalelerini almakla yetinmiyor, en önemlisi nüfus ihracı. Bu sayede hemen her ülkede başta elektronik ve tekstil olmak üzere piyasayı doğrudan kendi yurttaşları aracılığıyla ele geçiriyor.
Ülkenizde üretilen mangoyu bile bir Çinlinin işlettiği bakkaldan alıyorsunuz. Aynı zamanda buralarda üretilen meyveler Çin’e akıyor. Özetle “işgal” doğal bir seyir izliyor.
Örneğin Kosta Rikalı biri, komşusu Nikaragua’dan ya da Venezuela’dan göç edenlere küfür ederken Çinlileri göçmen olarak görmüyor, onlar herkesten fazla oralı. Bu sadece para sayesinde olan bir şey değil. Çinliler kendi dillerini öğretmek için çok uğraşmıyorlar (Hali hazırda Çince 1 milyar 300 bin kişi ile en çok konuşulan diller sıralamasında birinci sırada) ama onlar İspanyolcayı öğreniyor, adaptasyon hızları bir hayli yüksek.
Muhtemelen oraya gelişlerinin bir devlet politikası olması motive edici bir faktör. Bu ülkelerde de var olan Konfüçyüs Enstitüleri oralarda yaşayan Çinli göçmenlerin dayanışmasında, Çin devletiyle kültürel bağlarının korunmasında önemli bir rol oynuyor. Yerel halka gelince elbette Çin’le iş yapmak istiyorlarsa dil öğrenecekler, gençlerini buraya yönlendirecekler. Yerel halk için Çin’de demokrasinin varlığı-yokluğu sanıyorum en son tartışma konusu olacak olan şey.
Çin’in çok yönlü politikaları buralarda magazin dergileri çıkarmaya kadar varmış. Fakat işler o kadar da istendiği gibi gitmeyebilir. Bu yüzyılın başından bu yana gündemde olan son dönemde de Çin-Rusya ortaklığı ile aktüelleşen Nikaragua Kanalı meselesini taksici bulamadım ama Granadalı bir faytoncuya sordum, o da “niye iyi olmaz”ı madde madde izah etti.
“Birincisi Pasifik Okyanusu’nun yüksekliği nedeniyle bir tatlı su gölü olan Nikaragua Gölü’ne tuzlu su karışır, bu hayatımızı karartır, ikincisi Çin kendi sermayesi ve işçileriyle gelecek, bunun bize bir katkısı olmayacak. Bu proje asıl olarak Çin’in ihtiyaçları üzerine kurulu. Sonuncusu ise Çin, Nikaragua ile ilgilendiği ölçüde ABD bizi rahat bırakmaz.”
Çin bu aralar Nikaragua Kanalı meselesini ertelemeye gitmiş, bunun nedeni son dönem Nikaragua’daki sokak hareketleri mi yoksa Panama Kanalı’nı istedikleri gibi kullanabilmeleri mi bilmem.
Adına duvar yazılarında “katil” sıfatının eklendiği Nikaragua Devlet Başkanı Daniel Ortega ile ilgili de faytoncu arkadaş “Eskiden iyiydi, ama şimdi bir diktatöre dönüştü. Öte yandan Trump’ın niyetlerinin de farkındayız…” diyor.
Velhasıl kelam Latin milliyetçiliği Ortega gibiler lehine buralarda hükmünü sürdürmeye devam edecek. Sanırım meydanlarda FSLN-FMLN bayrakları, duvarlarda Sandino, Chavez, Fidel gibi liderlerin yanında Marx-Engels türünden hiç bir figürün yer almaması tesadüf olmasa gerek.
ABD buralarda hiç mi yok derseniz, aksine var elbette. Panama’yı Kolombiya’dan kopartarak yaratmış olan ABD bölgede hala askeri siyasal varlığını sürdürüyor. Ekonomik alanda da özellikle Panama ve El Salvador’da doğrudan ABD doları kullanıldığı da hesaba katılırsa önemli bir güç.
Kosta Rica yönetimi üzerinde de etkili. ABD’ye giden göçmen işçilerin bölgeye aktardığı döviz de burada yaşayanların hayatında önemli, bankaların önü güneşin altında uzayan kuyruklarla dolu.
Bütün bunlar Çin’in ilerleyişini belki yavaşlatabilir fakat kapitalizmin kurallarına göre oynayan bu “yeni” aktörü ABD’nin “savaş” haricinde durdurması bir hayli zor.
Bunun ana nedeni askeri alan haricinde ABD’nin eski dirayetinden bir hayli uzak oluşu ve Çin’in işgal ettiği ülkelerle kurduğu bağımlılık ilişkisinin Çin merkezli kapitalizmle uyumlu “akılcı-işlevsel” bir zincir oluşturması.
Artık var olmayan kitaplar, kitapçılar…
Kosta Rica’nın başkenti San Jose’nin güney girişinde karşılaştığım tabela ve bina yığını, önce zenginlerin ikamet alanının sınırlarını çizerken aynı zamanda bana “Kosta Rica’nın acaba kendine ait neyi var” sorusunu sordurtuyordu. Çünkü tabelaların neredeyse tamamı birer uluslararası firmaya aitti.
Kosta Rica da Latin Amerika’nın saçma “kader”inden uzakta değildi. Turizm, biraz tekstil, kahve, ananas (1) üretirken pahada ağır şeylerin yekûnu ise ithal.
Bu arada asıl sıkıntıma geleyim, kitaplar ve kitapçılar kaybolmuş, dolayısıyla yazarlar da.
Gezdiğimiz yerlerden İspanyolca güncel edebiyat örnekleri alalım istemiştik. San Jose’de kent merkezinde nihayet bir kitapçı bulabildik. Kitapçı bize yeni dönem yazarlarının eseri olarak sadece bir iki kişinin kitaplarını gösterebildi. Onlar da daha çok fantastik kurgu tarzıydı.
Bu arada kitaplarını bizzat kitabevinde tanıtarak satmaya çalışan bir yazarla da müşerref olduk. Yuvarlak çerçeveli gözlüklü, toparlak yazar kendi yaşadığı maceraları romanlaştırmıştı. ABD’deki kaçak göçmenlik yılları vb. bana pek inandırıcı gelmedi, sonra kendi kanaatimin ne kadar doğru olabileceğinden şüphe duyarak oradan hızla ayrıldım, çünkü zaman yoktu maalesef yazarla yeterince laflamaya.
Diğer ülkelerde de bütün uğraşlarımız rağmen ya kırtasiyecilerin tozlu rafları arasına sıkıştırılmış, bir iki ders kitabı niteliğinde Ruben Dario (Nikaragua) ya da market raflarında edebi yanı bir hayli şüpheli çoğu çeviri ama az sayıda cicili bicili yayınlar (Panama). İstisnası San Salvador oldu. Burada ikinci el bir tezgahta Roque Dalton (2) kitapları bulduk.
Artık kartpostallar da yoktu ya da olanlar renkleri solmuş bir hayli iddiasız ve az sayıdaydı. Niye? Dijitalleşme, kağıtları, kitapları, yazarları, fotoğrafçıları, çizerleri artık geçmişe mi fırlattı? (3)
Artık kimse belki de biz eski dünyadan gidenler hariç kağıtların eksikliğini yaşamında hissetmiyor.
İnsanların ekmekleri yok belki ama Huawei telefonlarıyla (Çin) Movistar (İspanya) üzerinden canlı televizyon yayınları izliyorlar. Bu durum bende direniş, mücadele örgütlenme kültürü üzerine yeniden düşünmek için geç kalmışlık hissi uyandırıyor.
-------------------------------------
Haftaya, yerliler, kadınlar, kiliseler, siyaset, birlik…
(1) Brezilya kökenli ananas Costa Rica’nın ana ihraç ürünü. Bir sürü insanın iştahla tükettiği bu meyveye de maalesef kapitalizm el atmış. Biraz ağzınızın tadını kaçıracağım ama daha çabuk ürün almak için artık kimyasal maddeler kullanılıyormuş, diğer bir çok tarım ürünün de olduğu gibi.
(2) Roque Antonio Dalton García (1935 –1975) yaşamına bir çok şiir ve deneme kitabını sığdıran, uluslararası edebiyat ödülleri alan aynı zamanda devrimci bir militandı. Kendi arkadaşları tarafından “örgütü bölmek”le suçlanıp, infaz edilmesi, bana bizdeki benzer acıları anımsattı. Olay belki de sadece CIA’nin bir hilesinin ürünüydü, fakat artık bir önemi yok. Her şeye rağmen Dalton Latin halklarında iyi bir iz bırakmış olsa gerek ki hala unutulmamış…
(3) Oraya, buraya bir harf yazarak, bir yazı, bir roman elde etmeye çalışan münasebetsiz, bazı sivri akıllıların hayali gerçek mi oluyor yoksa?
* Fotoğraflar: Aykan Sever