En son ne zaman bir elbisenize yama yaptınız, ya da yırtılan kotunuzdan yeni bir şort?
Çok da uzak olmayan geçmişte yaşamımızın önemli bir parçası olan tamir etme, küçültme, giysilere yeni işlevler kazandırma kültürü neredeyse yok oldu.
Oysa çoğumuzun küçükken eskimiş elbiselerden diktiği bir çantası, yahut bandanası olmuştur.
Şimdiyse bu kültürün son taşıyıcıları kırsaldaki kadınlar ve kentlerdeki ninelerimiz.
Her yıl çuvallara doldurduğumuz elbiseleri ihtiyaç sahiplerine vererek vicdanlarımızı rahatlatıyoruz.
Hiç düşünmüyoruz, her yıl bu çuvallar nasıl doluyor böyle?
“Çok ucuza” bulduk diye aldığımız o kıyafetleri kimler, hangi şartlarda üretiyor? Bazen bir iki kez giyilen kıyafetlerin atıkları doğadan kayboluyor mu?
İşte sürdürülebilir moda, yavaş moda kavramları son yıllarda bu sorular üzerine şekilleniyor.
Tasarımcı akademisyen Şölen Kipöz de bu kavramı Türkiye’de hem akademiye taşıyan hem de tasarımlarında uygulan kişilerden biri.
Kipöz, ninesinden, annesinden, teyzesinden kalan kıyafetleri incitmeden sökerek, başka atık kumaşlar ekleyerek yeni kimliklere büründürüyor.
Hem kıyafetlerin hatırasını saklıyor, hem de yeni dokunuşlarla ömrünü uzatıyor.
Etik ve sürdürülebilir moda tasarımı araştırmaları çerçevesinde açtığı iki kişisel sergisi mevcut. Geçen yıl kendi makalelerinin de olduğu derleme kitabı Sürdürülebilir Moda, Yeni İnsan Yayınevi’nden çıktı.
Şölen Kipöz’le sürdürülebilir/yavaş/etik moda üzerine konuştuk.
"Naif", anneanne elbisesi |
Yavaş şehir (slow city), yavaş yemek (slow food) kavramlarına artık aşinayız. Ancak yavaş modayı pek bildiğimiz söylenemez.
Aslında yavaş yemek akımının prensiplerini benimsiyor yavaş moda. Yavaş yemek, 90’ların başında İtalya’da başlıyor. Bir gazetecinin Mc Donald’s kültürüne karşı yarattığı İtalyan yemek zevkine, tadına sahip çıkmak adına yapılan bir hareket. Başka bir sosyal dönüşüme neden oluyor. Üretici tüketici arasında şeffaf bir ilişkiye neden oluyor. Nereden ne aldığınızı, onu yetiştiren kişiyi, hangi ortamda yetiştiğini biliyorsunuz ve herhangi bir memnuniyetsizlik karşısında aracısız bir ilişki olduğu için ona geri dönebiliyorsunuz.
Yavaş moda, çok daha geç, 2006’da İtalya’da bir tasarım manifestosuyla oluştu. Hızlı modanın yarattığı kirlilik, insan sömürüsü, ürünlerin ucuz ve duygusuz olması, kullanılıp atılan bir şey haline gelmesine tepki olarak doğdu… Biraz duyarlı kişiler, giysiyle uğraşanlar acaba buna alternatif bir model yaratabilir miyiz diye düşündüler. Butik üretimlerle, çevreye duyarlı, daha uzun ömürlü, üretici/ kullanıcı/ tasarımcı arasında biraz daha şeffaf bir ilişki olasılığının yeşerebileceği bir sistem denenmeye başladı.
Nasıl uygulanıyor?
Avrupa’daki örneklerinde birkaç yöntem var. Geri dönüşüm, üst dönüşüm, katılımcı tasarım, hack-lemek, yerel malzemeler ve zanaata odaklı tasarım vb …Eski giysilere dokunurken benim kullandığım tasarımla değer kazandırarak geri dönüştürme yöntemi; eski giysileri değerlendirerek giysilerin ömrünü uzatarak bir süreç yaratıyorsunuz. Kullandığınız tekstil malzemelerini hangi koşullarda, çevreye ne denli etki ederek üretildiğine bakarak seçiyorsunuz. Üretici tasarımcı ilişkilerinde de insanların emeğinin karşılığını verecek şekilde düzenliyorsunuz. Aynı zamanda el emeği odaklı bir üretimi benimsediğiniz için tasarımı zanaatle aşılıyorsunuz.
Bu süreçte yavaşlık zamanla değil kaliteyle alakalı bir şey. Bunun için doğanın döngüsüne ritmine bakabiliriz. Yarattığımız üretim ve tüketim dünyasında ise doğanın sınırlarını ve kapasitesini zorlayan bir yaklaşım var. Tıpkı gıda sektöründe olduğu gibi başat moda sisteminde de üreticiler doğadan daha fazla nasıl rant elde edebiliriz, onun peşinde. Ürettiğiniz ne olursa olsun daha dikkatli ve özenerek yaparsanız o kaliteli olur ve kalite nosyonunu öne çıkardığınız bir üretim döngüsünde gereğinden fazla üretmez ve üretime verilen emeği de karşılayacak bir sistem yaratırsınız.
"Serin", sandıktan çıkan erkek gömleği |
Parlak ışıklar altında sunulan moda sektörü altında nasıl bir karanlık yatıyor?
Moda endüstrisi petro-kimya endüstrisinden sonra doğal çevreye zarar veren ikinci büyük endüstri. Senede 6 sezon yenilenen moda 80 milyar üretimle gezegenden 200 yıl temizlenemeyen atık yaratıyor ve bıraktığı kimyasallarla da küresel ısınmanın en etken sorumlularından.
Bir tedarikçi ülkede fabrikada çalışan bir işçi muhtemelen şunu düşünüyor, “dünyada bu kadar giysiyi giyecek insan var mı?” Zaten olmadığı için de atık oluşturuyor. Yani ne o kadar üretime, ne de tüketime ihtiyacımız var. Her yıl en az 11 milyon giysi yakılmak veye gömülmek üzere atık merkezine gönderiliyor. Yakılan giysiler karbondioksit salınımına, gömülenler kanalizasyona karışıp zehirli kimyasallların salınımına neden oluyor. Üretimde kullanılan böcek ilaçları ise paradoksal olarak mahsulü korurken üreticilerin sağlığını tehdit ediyor.
Diğer taraftan moda tedarikçi ülkelerin üretim tesislerindeki insani olmayan ve emeğin sömürüldüğü çalışma koşulları ile giysi üreticileri üzerinde görünmez bir şiddet uyguluyor. Çin üçüncü dünya ülkesi olmaktan neredeyse bu sektör sayesinde çıktı. Her şeyin Çin’de üretilmeye başlanmasının nedeni emeğin ucuzlatılması. 21. yüzyılda Çin’den de kötü koşullarda işçi çalıştıran üçüncü dünya ülkelerinde fabrika yangınları ve bina yıkımları engellenemiyor. Üstelik küresel tedarik zincirine sahip hızlı moda markalarının çoğu ticaret koşulları yasalarla desteklenmeyen ülkelerde üretim yapmayı tercih ediyorlar maalesef. Moda endüstrisinde 40 milyon insan çalışıyor ve çalışanların yüzde 85’i dezavantajlı grup olan kadınlar.
Tüketiciler 5 dolara t-shirt alırken bunun bu fiyatta olması için kaça üretilmesi gerekir diye düşünüyorlar mı?. Bu sistemde kar edebilmek için günde 2 dolara çalışabilecek kişiler aranıyor. Ve en kötüsü üreticiler bu bedeli kanları ve canları ile ödüyorlar.
"Korunaklı", teyzenin kazağı |
"Kıyafetler ucuzladı, moda sektöründe demokratikleşme var" deniyor.
Sistemde etik olmayan durum var. Herkesin iyi giyinmesi güzel bir şey, çünkü iyi giyinmek insanların yaşama kültürünün bir parçası. Evet ucuzluyor ama demokratikleşmiyor. Tüketici bunun farkında değil. Bugün alışverişe çıktığımızda 5 tane t- shirt alabiliyoruz. Bundan 20 yıl önce alabiliyor muyduk? Zenginleştiğimizi düşünüyoruz, bu yaratılan bir algı, aslında fakirleşiyoruz. 5 t- shirt’ü rahatlıkla alabildiğimiz için onlar bizim için bir şey ifade etmiyor. Atıkların oluşumunun bir diğer nedeni de tüketici bilinci.
Giysilerle ilişkiniz nasıl başladı?
Benim çocukluğumda annem dikerdi hatırlıyorum. Terzilere gittiğimiz zaman dergilerden modeller seçerdik, kumaşlar götürürdük. Ben çocuk olarak, dergileri karıştırırken oradaki tasarımcıların koleksiyonlarını çizmeye başladım. İlkokulu bitirirken dünya modasını yönlendiren tasarımcıları tanıyordum. Onların stillerini arşivleyen görsel moda kitapları oluşturmuştum. Öncesinde ise kağıt bebekler vardı -hani Şebnem kağıt bebek olarak bilinen. Hepsi ile oynadıktan sonra kendi tasarladığım kağıt bebekleri yapıp, onlara giysiler tasarlamaya başladım.
Geri dönüştürdüğünüz kıyafetler ailenizden size miras bırakılan kıyafetler mi?
Ailemin 3 kuşak kadınlarından bana kalan giysileri yıllarca dolabımda sakladım ve bir bölümünü de kullandım. Bir gün anneannem 1940’larda yaptığı elbiseyi çıkartıp bana hediye edince beynimde bir kıvılcım alevlendi. Anneannemin giysisi ile birlikte dolabımda sakladığım diğer giysiler üzerinde laboratuvar deneyi gibi bir şey yapmak istedim.
O giysileri kalıp yerlerinden sökerek onların hem üreticisi, hem tasarımcısı, hem de kullanıcısı olarak tasarım dokunuşuyla onları başka kimliklere büründürdüm. Bu süreçten Ahimsa modası adını verdiğim bir tasarım anlayışı filizlendi. Budist ve Hindu felsefesinde yaşayan hiçbir canlıyı incitmeme ilkesi olan Ahimsa felsefesi benim için hem modanın günümüzde uyguladığı şiddete karşı yaratıcı bir direniş, hem de eski giysilerin yıpranmış dokularını onları incitmeden onaran ve tasarımla iyileştiren bir metoda ilham kaynağı oldu. Bu küçük ölçekte bir şeydi ama eski giysilere karşı benim gibi duyarlı olan kişiler için bir yol açtı.
Şu anda vintage çok “moda”. İkinci el pazarları çok revaçta. Bunu nasıl görüyorsunuz? Etik moda anlayışı içinde bu akımın yeri nerede?
Vintage ve ikinci el modanın tüketim pazarının bir parçası. Vazgeçilen giysilerin yaşam ömrünü uzatan, atık olmasını engelleyen ya da geciktiren önemli bir tüketim biçimi. Ayrıca kimileri için giysilerin yaşanmışlıklarından dolayı duygusal bir değer taşıyor. Ben bu pazarın tüketicisi olmakta bu yüzden zorlanıyorum. Kullandığım giysinin benden önceki yaşantısını bilmek ihtiyacı hissediyorum.
Diğer taraftan moda düşkünlerinin yenilerine ulaşamadığı tasarım nesnelerini ve marka değerlerini tüketiciye ulaştırması açısından da olanak tanıyan bir pazar. Şu sıralar takas pazarları da kaynağın içeride tutulması için oldukça etkili ve sosyal paylaşıma neden oluyor. O yüzden bu tür yaklaşımlar etik ve sorumlu moda tüketimi bilinci yaratmak için elbette araçsal rol oynuyor.
Benim yaklaşımım ise giysilerin kullanıcılarına kendi giysilerine bakmak ve değer vermek, gerekirse giysilerin ömrünü uzatmak yönünde bir yol açmak . Bu çerçevede atölyeler gerçekleştiriyorum. Bizim coğrafyamızda tüm kadınların sahip olduğu yapma, sökme, dikme, onarma becerilerini kullanarak tasarım dokunuşuyla giysilerine yeni çehreler ve kimlikler kazandırmalarını teşvik ediyorum. (NV)
Kitap hakkındaDerleme olan Sürdürülebilir Moda kitabınız nasıl oluştu? Sergimin gördüğü ilgi, beni arkasındaki düşünceyi ve sürecimi anlatmaya, paylaşmaya teşvik etti. Bu kitap bu düşünceyle oluştu. Ahimsa ve aynı felsefede son birkaç yılda ürettiğim pek çok tasarımın arkasındaki endişenin, sergileri gezen kişilerden daha çok sayıda insan topluluğuna ulaşmasını istedim. Farklı displinlerden ve kültürlerden gelen benimle birlikte 7 yazar etik ve sürdürebilir bir modanın var olma koşullarına kendi uzmanlık alanları ve bakış açıları çerçevesinde yepyeni bir boyut kazandırdılar. Gülsüm Baydar, Mine Ovacık , Otto von Busch , Duygu Atalay, Dilek Himam ve Kevin Hilton modanın sosyal yönü, toplumsal cinsiyet, eşitlik, sorumlu tüketim, kolektif hafıza gibi konular çerçevesinde "etik serisi" adını verdiğim işleri de değerlendirdiler. Değerli moda tasarımcısı Bora Aksu'nun önsözü ile başlayan kitap sanat tarihçisi ve küratör Ayşegül Kurtel ile yaptığımız söyleşilerle tamamlandı. * Sürdürülebilir Moda, Editör Şölen Kipöz, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul 2015, 192 sayfa. |
Şölen Kipöz ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümünde lisans; Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde yüksek lisans Ege Üniversitesi İletişim Fakültesinde doktora eğitimini tamamladı. İtalyan Hükümeti’nin verdiği bursla Bologna Üniversitesi’nde Moda İşletmeciliği alanında doktora sonrası araştırma yaptı. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Endüstri Ürünleri Tasarımı Yüksek Lisans programında ve DEÜ Moda Aksesuarları Bölümünde öğretim üyesi olarak çalıştı. 2001 yılından bu yana, kuruculuğunu yaptığı İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü’nün akademik üyesi olan Doç. Dr. Şölen Kipöz, tasarım ve tasarım kuramı alanında dersler veriyor. |