“Ben sevgiden, sevinçten söz açmak istemez miyim, delice, çılgınca, içim taşa taşa, bir sevinçten söz açmak istemez miyim? Ben sevinçli adamım. Bu dünya böyle olmasa, böyle kara, karanlık olmasa, ben sevinçten taşar coşardım. Yaradılışım karanlıktan çok aydınlığa, acıdan çok sevince… Ne çare, ne çare ki sevinmek gelmiyor elimden…”
Usta romancı Yaşar Kemal “Sevmek, Sevinmek, İyi Şeyler Üstüne” başlıklı yazısında* böyle der. Halkın aç susuz perişan hâlinin ve sömürülmesinin, toprağın ölmekte olmasının yarattığı çaresizliğin derinden dışavurumu gibidir o yazı. Ama aynı zamanda bir isyandır da: Yasaklara, kabile düzeniyle devleti idare edenlere, memlekete yeni düşüncelerin girmesini istemeyenlere, halkı yoksulluğa terk edenlere…
Hava kurşun gibi ağır. Sevinmek nasıl gelsin ki içimizden?
Olağanüstü hâl ilanından sonra çıkarılan 668 sayılı kararname ile Gülen cemaatine yakın olduğu gerekçesiyle yerel/ulusal birçok ajans, gazete, televizyon ve radyo kanalı kapatılmıştı. Yayına başladığından beri defalarca kapatılan Özgür Gündem’in hikâyesi ise herkesin malûmu.
Ancak karanlık başka operasyonlarla sürdürülüyor. Kararnamenin bakanlığa verdiği yetkiyle yine pek çok kanal yayına kapatıldı. İMC TV, Hayatın Sesi TV, Van TV gibi kanallar önce uydudan çıkarıldı, sonra sitelerine erişim engeli getirildi. Beraberinde Özgür Radyo, Yön Radyo gibi daha birçok Kürtçe – Türkçe yayın yapan radyo, televizyon kanalının da yayını durduruldu. Çalışanları gözaltına alındı.
Polis baskınlarıyla İMC TV ve Hayatın Sesi kanallarının reji odalarının mühürlenmesi medyaya dönük düşmanlığın en büyük halkalarından biri oldu. Araçlarına el konulan iki kanalın mal varlıklarının TRT’ye devredileceği belirtiliyor.
Basın İlan Kurumu yeni bir düzenlemeyi de duyurdu: Yayın kuruluşlarının çalışanları hakkında “Terörle Mücadele Kanunu” kapsamında dava açılması hâlinde o yayın kuruluşu dava açılan gazeteciyi işten çıkarmazsa resmî ilanı ve reklamı kesilecek! Kendi yağıyla kavrulan yayın organları böylece reklam ve ilan gelirinden mahrum bırakılacak.
Ana akım medyanın içinde bulunduğu sorunlar, editoryal bağımsızlığın önündeki kalın duvarlar nedeniyle bağımsız medyanın gittikçe önem kazandığı bir dönemde yayın organlarını mali yönden sıkıştırmak siyasi iktidarın en etkili silahlarından biri. Böylece nitelikli bir alternatif medyanın oluşumunu, dahası muhalif, aykırı, farklı sesleri de engellemiş olacaklar.
Basın özgürlüğünü iç ederek, halkın bilgi edinme hakkını elinden alıyorlar. Bunun için iktidarın bir gazeteyi, bir televizyon kanalını, bir gazeteciyi beğenmemesi yeterli. O an keyfî diyebileceğimiz türden uygulamalar hemen devreye sokuluyor: Gazete baskınları, kayyum atamalar, tehditler, gözaltılar, tutuklamalar… Üstelik birçoğu ana akımda haber değeri bile taşımıyor. O da medyanın iki yüzlülüğü.
Ülke koca bir hapishaneye döndü
Olağanüstü hâl fırsatıyla kamu kurumlarında olduğu gibi en çok yıkım yaşanan alanlardan biri medya. Ekmekleri ellerinden alınan, tutuklanan; kısacası hiçbir yaşam hakkı tanınmayan insanların âkıbetinin ne olacağı da bilinmiyor.
Edebiyatçı yazar Aslı Erdoğan’ın, dilbilimci Necmiye Alpay’ın tutuklanması da ne demek? Özgür Gündem gazetesinde nöbetçi genel yayın yönetmenliği nasıl suç sayılabilir. Celal Başlangıç ile Ayşe Yıldırım’ı yargılayarak pasaportlarını iptal etmek de neyin nesi?
Ahmet Altan’ın gazeteciliği tartışılabilir ama tutuklamak… Onu nasıl tarif edeceksiniz? İnsanların cemaate yakın yayın organlarında yazmaları tutuklanmaları için bir gerekçe olabilir mi? Edebiyatçı öğretmen Murat Özyaşar’ı hangi gerekçe ile öğretmenlikten açığa ve sonra da gözaltına aldınız?
Daha eskilerini tedavi edemeden toplumun yüzünde yeni yaralar açılıyor. İnsanları işsiz bırakarak, tutsak ederek kanını emen bir düzen her geçen gün semiriyor. Bu yüzden daha başında iktidara hukuksuzluklara, hak ihlallerine sebep olmaması için uyarılar yapıldı. Darbelerin asıl amacının anayasal düzeni ortadan kaldırmak; farklı siyasal, toplumsal kesimleri asimile ederek veya yok sayarak eşyanın tabiatına aykırı baskıcı bir rejim kurmak olduğu hatırlatıldı.
Ancak nafile. İktidar bal gibi de o tuzağa bilinçli ya da bilinçsiz düştü. Ülkeyi kanun hükmünde kararname (KHK) ile yönetmeyi beğenmişe benziyor. Baksanıza OHÂL, 3 ay daha uzatıldı. Bir de olağanüstü hâli olağanlaştırmanın yöntemini bulmuşlar: Her partiden üyenin bulunacağı KHK Komisyonu kurulmak isteniyor.
Belki de öncelikli hedef bu normalleşmeleri kabul etmemek; kanalların karartıldığı, radyoların susturulduğu; ülkenin koca bir hapishaneye döndüğü bir dönemde gür bir ses yükseltmek faşizme karşı. Hem de Yaşar Kemal’in “İpe çekeceklerini bilsem yine yazmaya devam ederim” diyen inadıyla. Ve yine onun dediği gibi hayal kuralım hayal; ışıklı, sevinçli, çiçekli, kimsenin kimseyi sömürmediği, kimsenin kimseden korkmadığı, kuşkulanmadığı, kimsenin kimseye düşmanca bakmadığı bir dünyanın hayalini. (SE/NV)
* Sevmek, Sevinmek, İyi Şeyler Üstüne, Yapı Kredi Yayınları 2014, sayfa 41