Bazen bir ses gerekir; kulakları sağır eden sessizliğin içerisinde, avazın çıktığı kadar sustuğun ve çığlıklarının beyninde patladığı zaman. Bir ses gerekir; tüm sessizliği bozacak ya da tüm sesleri susturacak. Bir ses gerekir; tüm sesler kıstırılırken. Bir ses gerekir; “sesimi duyan var mı?” diye duyurarak kendini, hayat kurtaran yıkıntıların arasında. Bir “hişt!” diyecek sese ihtiyaç vardır; karanlığı yırtacak, savaş çığırtkanlarını, silah ve ağıt seslerini susturacak.
Ve bir ses duymak istersin umuda götürecek...
O barışı getirecek sesin duyulması ve seslerini duyurmak için 50 kişilik bir grup açlık grevinde.
Listede adını gördüğünde inanamadım önce, isim benzerliği olsun istedim. Üzerinde eylemci önlüğüyle kameraların karşısındaydı. Tıpkı yakından tanıdığım Berfin, Nazım, İbrahim ve Siyabend gibi. Hissettirdiği etki yüzyıl süren, son derece ağır, kasvetli bir yıl geçirirken her daim “umut hep var” dedirten ve gülümseyen ifadesiyle insanı yaşama bağlayan çalışma arkadaşım Zeynel Doğan’dı ekrandaki.
Dengê Bavê min (Babamın Sesi) adlı filmiyle Altın Koza Film Festivali’nde ödül alan yönetmen Zeynel. O, hiç tükenmeyen yüksek enerjisiyle Kasım ayında yapılacak Amed Film Festivali’nin hazırlıklarını yaparken öte yandan çekmek istediği fotoRingo belgeseli için altyapı çalışmalarını hazırlıyor. Kafasında yapmak istediği, hatta birlikte üretmeyi düşündüğümüz pek çok film projesi var. “Hikayelerimizi mizahın diliyle, insanları güldürerek anlatalım derdimizi” diyerek, ufaktan çalışmaya da başladık. Nusaybin’de, Cizre’de, Sur’da yaşananların onu derinden sarstığının ve olup bitenlere “seyirci” kalmanın onu yaraladığının farkındayım. Zira Cizre’ye gidip döndükten sonra tanık olduklarının etkisinden uzun süre kurtulamayışının ve eline kamerayı alamayışının da.
Biz birlikte film yapmayı düşünürken o üzerinde beyaz önlüğüyle kameraların karşısındaydı bu kez. Onun olduğunu algılamam biraz zaman aldı ve kızmıştım da içten içe. “Öyle ağır şeyler yaşandı ki ne filmi, ne fotoğrafı çekilebilir, ne de yazıp çizdiklerimizin bir karşılığı var artık. Her şey anlamsız kalıyor” diyor. Yaşanan bu akıl tutulmasına son verilip, savaşı tırmandıran tavırlardan vazgeçilmesi gerektiğini, Türkiye’de demokrasi için mücadele eden güçlerin bu akla ihtiyacı olduğunu söylüyor.
Artık bu halkın bir evladı olarak sessiz kalamayacağını ve ölümlerin son bulması için bedenini açlık grevine yatırdığını anlatıyor Zeynel. “Ne zamanki müzakereler başladı, barış sürecine girildi. Ancak ne zaman ki görüşmeler kesildi, savaşın çıtası yükseldi” diyor.
Şimdi bambaşka bir film çekiyor Zeynel Doğan… Babasının sesinin izini sürdükten sonra şimdi İmralı’dan gelecek sesin peşinde. Barışı getirecek o bir “hişşt!” diyecek sesin. Bazı anlar vardır ki dışarıda olmak daha bir yakıcıdır, içinde olup hissetmek istersin. “Daha fazla tutamadım kendimi. Her şey çok daha iyi olacak. Burada olmak iyi hissettirdi. Umarım beni anlarsın” diyor. Anlamaya çalışıyorum. Onurlu bir yaşam için kendine bir iyilik yapıyor belki de. “Yakacak yağım yok ama direncim var” diyen Zeynel; çözüm sürecinde hiçbir ölüm yaşanmadığını hatırlatarak, Öcalan’ın barış için çaba sarf ettiğine ve bu sesin tekrar duyulması gerektiğine inandığını söyleyerek yaşanan çatışmaların durmasını istiyor.
Biz onu üzerinde eylemci önlüğüyle kamera önünde değil, kamera arkasında sesini tüm dünyaya duyuracağı filmleri çekerken görmek istiyoruz. Artık adını bile telaffuz etmekten korktuğumuz ‘barış’ın dilini konuşturacak o sesin bir an önce duyulması ve Zeynel’in dediği gibi her şeyin çok daha iyi ve güzel olacağı günlerin gelmesi umuduyla bir ses lütfen.
Zeynel’in sesini duyan var mı? (BD/EKN)