Kışın turistler, günübirlikçiler, yazlıkçılar elini eteğini çektiğinde adalar ıssızlaşıp sessizliğe gömülür, hizmet birimleri de atalete kapılıp genelde görevlerini erteleme yoluna giderler.
Mesela yazları muhteşem plajları sayesinde İtalya'dan ve tüm dünyadan turist akınına uğrayan Lampedusa kışları sıkıntılarıyla baş başa kalır; İstanbul'un adaları da halen sayfiye muamelesi gördüğünden aciliyet barındırsalar bile sorunlarının büyük bir kısmını bir dahaki bahara kadar çözemez.
Üstelik İtalya'dan çok Tunus'a yakın olan Lampedusa, yıllardan beri göçmenlerin AB topraklarına ulaşmak üzere vardıkları ilk noktalardan biri. Ülkenin en güneyindeki bu küçücük toprak parçasının çevresinde yaşanan insanlık trajedilerinin yanı sıra adada yaz kış oturan beş bin civarındaki adalının da kendilerine göre dertleri yok değil.
Özellikle kışları, ulaşımın aksadığı durumlarda ada bir mahrumiyet bölgesi haline gelebiliyor, Lampedusalı balıkçılar avlarının mahsülünü ana karaya ulaştıramadıklarında geçim derdiyle karşı karşıya kalıyorlar.
Katıldığı birçok festivalde ilgi gören Lampedusa in Winter (Lampedusa'da Kış Hali) adaya nispeten daha az göçmenin ulaştığı ve turistlerin uğramadığı kış aylarına odaklanıyor. Önümüzdeki Mart ayında yapılacak 18. Selanik Belgesel Festivalinin mültecilerle ilgili özel bölümünde de yer alan ödüllü yapım ihmal edilen adalıların direnişine katkıda bulunuyor.
İstanbul'daki Prens Adalarında durmadan çoğalan motorlu araçlar, turizm furyası, tarihî dokunun mahvedilmesi ve betonlaşma gibi her geçen gün artan sorunların yanı sıra tüm adalardaki palmiyelere dadanan bir zararlı yüzünden şık bahçelerindeki örneklerinden çoğunu kaybetmiş durumda; şimdi de çam ağaçlarını kaplayan kese böcekleri geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi ormanlarını tekrar tehdit ediyor.
Çam örtüsü yazlıkçıların çoğunluğu için sadece arka plandaki bir dekor olduğundan, nüfuzlarını bu mücadele kapsamında hissettirmelerini beklemek abes mi?
Lampedusa'da izole hayatlar
Büyükada'nın dört, İmralı Adasının takriben iki misli büyüklüğündeki Lampedusa'nın başlıca geçim kaynakları balıkçılık, tarım ve turizm. Afrika kıtasına sadece 70 mil mesafedeki adanın Sicilya'dan uzaklığı ise 127 mil, dolayısıyla kış fırtınaları patladığında İtalya bağlantısı aksayabiliyor.
Belgeselde Lampedusa'nın deniz taşımacılığını yıllar boyunca sürdürmüş olan külüstür geminin yanması sonucunda olayların nasıl çığırından çıktığına şahit oluyoruz.
Eskisinin yerini alan geminin yeniliği tartışılır olduğu gibi, kapasitesi adalıların ihtiyaçlarını karşılamaktan gayet uzak görünüyor. Yakıt ve çöp kamyonları tahsis edilen alanın çoğunu zaten kapladığından ana karaya bir an önce ulaştırılması gereken balık dolu araçlara yer kalmıyor. Bunun üzerine balıkçılar grev ve direnişe karar veriyorlar. Kadın belediye başkanı Giusi Nicolini'nin desteğiyle de sürdürülen mücadelede Sicilya'dan gelen gemilerin limana yanaştırılmasına defalarca engel olunuyor; İtalyan hükümeti ve AB'nin mülteciler hakkındaki hassasiyetlerinin kendilerine yönelik olarak da devreye sokulması bekleniyor.
Bu arada bürokrasinin yavaşlığı yüzünden aylarca adada kalmak zorunda olup kötü muameleye tabi tutulduğunu ifade eden göçmenlere de rastlıyoruz.
Bazı adalıların, çoğu Afrikalı olan bu geçici misafirlere destek olduğunu, adada defnedilmişlerin ırkçı söylemlerle bezenmiş mezar taşlarındaki yazıları değiştirip merhumlara itibarlarını iade etmeye çalıştığını da görüyoruz.
Medyanın konuya duygusuz ve yüzeysel biçimde yaklaşıp, mültecileri ve ölümlerini sıradan bir haber malzemesi olarak kullanmasına karşı keskin bir eleştiri de ifade ediliyor.
Limanda terk edilmiş teknelerde göçmenlerden geriye kalan eşyalardan küçük bir müze oluşturan bile var; kimsenin fark edemeyeceği şekilde pantalon veya elbiselerinin kenarlarına dikilmiş, kesinlikle kaybetmek veya çaldırmak istemedikleri bu küçük buluntular hepsinden çok daha özel ve değerli.
Belgeselde belirtildiği gibi 2000 yılından itibaren Avrupa'ya gitmeye çalışırken 23 bin sayısını aşmış olan göçmen ölümleri, sanki adanın üzerine kasvetli bir örtü sermiş durumda. Jakob Brossmann'ın yönettiği Avusturya, İtalya ve İsviçre ortak yapımı belgesel, yaşananlara yumuşak bir bakış atmasına rağmen Avrupa'yı konu hakkında daha hassas ve etkili olmaya davet mahiyetinde.
Burgazada'da kış hali
Turistlerin ender uğradığı sayfiyelerden Burgaz'da da kış melankoli, yalnızlık ve sessizlik ile eş anlamlıdır genelde.
Ne var ki şehrin gittikçe artan bir şiddetle duyulan uğultusuna, Heybeli ve Büyükada'dan daha hafif olsa da, Sabiha Gökçen hava alanına inip çıkan uçakların gümbürtüsü katılmış durumda. Özellikle lodos estiği zaman takip edilen rotadan muzdarip olan adalılar günbegün çoğalan miktarda helikopterin gürültüsüne de maruz kalıyor, gayet alçaktan uçmaları da cabası.
Şehirle adaların bağlantısında ise susturucusu pek çalışmayan Mavi Marmara motorları bir yana, klasik vapurları kullananlar Turgut Özalzamanında inşa edilmiş eski binanın yanındaki geçici iskele konstrüksiyonuna yıllardan beri talim etmeye devam ediyor.
Şehir Hatları vapuru adaya yaklaşırken yolcular, geçen seneki şiddetli lodosta hırpalandıktan sonra tamir edilmiş olan eğreti yapıdan çıkıp eski binanın kenarında kısa da olsa bir zaman geçirmek zorunda kalıyor. Şayet kaptan gemiyi iskelenin sarsılmasına sebep olacak sert bir manevrayla yanaştırırsa, bekleyenler çökme tehlikesi arz eden eski (ayrıca kaba ve çirkin) binanın cüssesini enselerinde hissediyor. Bir de iskelede, tam olarak neye hizmet ettiği anlaşılmayan, bulunduğu yeri aydınlatma amacı taşıması gerekip adanın yerleşim merkezine yönlendirilmiş gibi duran ve insanın gözünü alan far yoğunluğundaki ışığı da unutmamak lazım.
Ya minnacık Burgazada'nın merkezi Ortodoks kilisesi Ayios Yoanis'in sık sık hırsızlar tarafından ziyaret edilmesine ve suçluların bir türlü yakalanamamasına ne demeli?
Bu arada mahalle aralarında köpek sürülerinin gazabına uğrayan atlar sürüler halinde oradan oraya koştururken adaya tam anlamıyla Vahşi Batı atmosferini çoktan kazandırmış durumda. Burgaz'ın tepesi Hristos'ta farklı renkteki birçok atı huzur içinde otlanırken seyretmek tam bir ayrıcalık; bir de belediye aylardır çöplerle dolup taşan, zahmetle ulaşılan mevzubahis mıntıkadaki çöp konteynırlarını boşaltıp içindekilerin her fırtınalı havada etrafa saçılmasına imkân tanımasa!
Fakat Hristos tepesinden ayrıntısıyla görünen Yassıada ve çevresinde vaziyet tam anlamıyla bir felaket.
Adanın doğal yapısına verilmiş olan zarar yetmezmiş gibi denize boca edilen hafriyat Marmara'ya indirilen yeni bir darbe. Özellikle rüzgârın kuvvetli estiği lodoslu günlerde bir kısmı sahil yolu mazeretiyle serbestçe suya dökülmüş taş, toprak, kum ve beton kalıntıları, miller boyunca uzayan, denizin kendi renginden çok farklı şeritler ve bölgeler oluşturabiliyor. Marmara Denizi'nin Değişen Oşinografik Şartlarının İzlenmesi Projesi (MAREM) Marmara Denizinin "doğa koruma alanı" olarak tescilinden bahsederken, bu vurdumduymazlık aceleci zihniyetin tam bir dışavurumu.
Çam ağaçlarının baş düşmanı kese böceklerine yönelik mücadelede ise yakın zamana kadar böylesine bir telaş gözlemlenmiyordu.
2003 yılında Burgaz'daki büyük yangından gayet düşük sayıda arta kalan olgun çamların yanında, sonradan dikilen genç ağaçlara da dadanmış olan mevzubahis tırtıl küresel ısınmadan enerji edinmiş gibi duruyor; adanın çamları adeta bir epideminin saldırısı altında!
Sıcacık Şubat ayının ortasında kozalarından gayet diri biçimde çıkarken görüntülenmiş örnekleriyle Thaumetopea pityocampa fırsat tanındığında hızla hareket edip ağaçları yaprak örtüsünden tamamıyla mahrum bırakabiliyor. Akabinde toparlanamayan çamın ölme ihtimali gayet yüksek.
Büyükada'da bulunan Adalar Orman İşletme Şefliği çeşitli kereler aranıp durum hakkında bilgi verildiğinde, ilgili ekiplerin çalışmalarını önce Büyükada, sonra Heybeli'de sürdürdükleri, pek yakında Burgaz'a da el atacakları söyleniyordu; sabırlı bekleyişimiz şimdilik işe yaramış gibi görünüyor.
Ülkenin çok daha vahim önceliklerine rağmen ilgili birimler tarafından gerçekleştirilecek, ufak çaplı değil de seferberlik seviyesinde olması gereken köklü mücadelenin başarıyla sonuçlanması dileğiyle! (MT/EKN)