Bu hafta tanıtmaya çalışacağım kitabı geçtiğimiz hafta sonu bitirmiş, okurken memleketin bugünkü halini andıran birçok şeye rastlamıştım.
Julian Casanova tarafından yazılan, geçtiğimiz yıl İspanya İç Savaşı’nın Kısa Tarihi adıyla İletişim’den çıkan kitabın ülkemizde yaşananlarla ne ilgisi olabileceği sizin için bir soru olabilirdi. Ama bu “di” kısmı sanırım biraz da olsa Toledo-Franco polemiğiyle kendiliğinden ortadan kalktı.
Yine de ben kitapta anlatılanları özetlemeye çalışayım. Varın siz de, (bu yazı artık ne kadar yardımcı olabilir, bilemem) kim/ne neye, nasıl benziyor ya da alakası yok karar verin.
Zaragoza Üniversite’sinde tarih profesör olan Casanova’nın kitabı 2012 yılında basılmış. Casanova’nın iç savaş dönemine ilişkin başka çalışmaları da bulunuyor.
Kitap altı bölümden oluşuyor. Giriş kısmında Çatışmanın Kökleri başlığı altında İç Savaş’ın nedenleri sergilenmeye çalışılmış. Bir neden olarak dönemin Avrupa’sında İngiltere hariç otoriter yönetimlerin ağırlık kazanmasına işaret ediliyor. Daha önemli nedense doğrudan İspanyol toplumundaki kutuplaşma ve bölünmüşlük durumu.
Buraya nasıl gelindiği ise kısaca şöyle ifade edilebilir… İspanya 1900’le 1930 arası ciddi bir modernleşme dönemi yaşar fakat siyasal yapıya monarşi hakimdir. Monarşist yapı aşağıdan gelen değişim baskısını kendi tabanını genişleterek taşıyamaz. Sınıf hareketleri ve çeşitli toplumsal talepler kontrol edilemez hale gelir. 1923’te Kral XIII. Alfonso bir askeri darbeye yol vererek bu gidişi engellemeye çalışır ama başaramaz. 1930’da monarşi yıkılır. 1931’de yapılan seçimlerde 50 vilayetin 41’inde Monarşistlere karşılık Cumhuriyetçiler kazanır. Kral ülkeyi terk etmek zorunda kalır, Cumhuriyet ilan edilir. Yaklaşık altı yıl ömrü olan Cumhuriyet döneminde Sosyalistlerin ağırlıkta olduğu çeşitli sağ kesimleri de kapsayan bir yönetim oluşturulur. Kadınlara oy hakkı, yeni demokratik bir anayasa, yapılır. Devlet laikleştirilir, ruhban sınıfının devlet tarafından finansına son verilir. Legal evlilik ve boşanma gibi modern uygulamalar gündeme gelir.
Bütün bu gelişmeler toplumun muhafazakar zengin kesimlerini onların toplumu kontrol mekanizması olarak kullandıkları ordu ve kiliseyi rahatsız eder. 1936 Temmuzunda askeri darbe gerçekleşir.
İspanya Ortadan Bölünüyor başlığını taşıyan birinci bölümde darbe süreci resmedilmiş. Askeri darbe önemli ölçüde başarısız olur fakat İspanya’nın ana kara dışındaki(Afrika ve Kanarya Adaları vb.) toprakları ilk günden itibaren askerlerin denetimine geçer. Temmuz sonunda ana karanın da batı ve kuzeyi askerlerin denetimindedir. Artık ülke ikiye bölünmüştür, milliyetçiler ve cumhuriyetçiler diye.
İlk birkaç ay karşılıklı katliamlarla geçer. Bu dönem bu ortadan kaldırma faaliyetleri bazı “yeni” kavramlarla ifade edilir. Paseo (yürüyüş) ve Saca (kaldırma) bunlardan ikisidir. Yüzbini milliyetçilerin bölgesinde olmak üzere bu dönemde yaklaşık yüzelli bin kişi öldürülür. O yıllarda İspanya nüfusu 24 milyon civarındadır.
Kilisenin günahları
İkinci kısmında Katolik kilisesinin İspanya’daki konumu ve iç savaşta aldıkları pozisyon sergilenmiş. “Sosyalist düşüncelerle zehirlenmemiş bir İspanyol” halkı yaratmak üzere büyük bir gayretle ordunun saldırılarını desteklerler, zaman zaman da katliamlarda milis olarak görev alırlar. İç savaşı “imansızlar”a karşı bir haçlı seferi ve bir silahlı plebisit olarak tanımlayıp kutsarlar. “Maddi düzen”i yeniden kurma işinde silahların kullanılmasından duydukları memnuniyeti dile getirmeyi de esirgemezler. Franco “tanrının gönderdiği kişi” diye kutsanırken, darbe tanrısal bir eylem olarak nitelenir.
Bu bölümde dikkat çeken bir şey de Guernica’nın bombalanması olayıdır. Hitler’in gönderdiği hava kuvvetleri tarafından üç saat boyunca bombalama yapılır. Tahmini olarak bin beş yüz kişi ölür bin kadarı da yaralanır. Önce böyle bir bombalamanın olduğu inkar edilir. Sonra “Basklılar kendi kendilerini imha ettiler” yalanı ortaya atılır. Bu da tutmaz çünkü dört gazetecinin ve bir Basklı rahibin tanıklığı vardır. Kısa zamanda olay uluslararası basında yer bulur. Sonrası ise bildiğiniz gibi Pablo Picasso sayesinde savaşın dehşetini sembolize eden bir tablo haline gelir.
Yalan ve savaşın ayrılmaz bir ikili olduğunu biliyoruz. Bu olay sonrası Katolik kilisesi Franco’nun ricası üzerine Franco’nun bütün Katolik dünyası için hayırlara vesile olacak bir eylem içinde olduğunu anlatan İspanyol din adamları tarafından Katolik alemine seslenen bir mektup yayınlanır. Bu çağrı 32 ülkede 900 kadar piskopostan destek görür.
Bu kısmı Zaragoza başpiskoposunun sözleriyle bağlayalım: “Bu şiddet anarşi adına değil, meşru olarak, düzen, Anavatan ve Din adına yapıldı.”
Savaşın uluslararası boyutu
Üçüncü bölümde ise savaşın uluslararası boyutu ele alınıyor. Darbenin başından itibaren Hitler Almanya’sı ve Musolini İtalyası yardımların dışında bizzat askeri güçleri aracılığıyla savaşın içinde yer alırlar.
Hitler adeta yani silah ve birliklerini denemek için İspanya’yı adeta bir tatbikat sahası gibi kullanır. İngiltere ve Fransa tarafsızlık, Hitler’i “yatıştırma siyaseti” adına Franco’ya sessiz kalır pasif destek verirler. Bazı uluslararası şirketler başta Texaco ve Shell olmak üzere Franco’nun arkasında durur. Herkes “kızıllar”ın kökünün kazınmasını istemektedir.
Cumhuriyetçileri ise sadece Sovyetler Birliği ve farklı ülkelerden sol, demokrat kesimlerin katılımıyla oluşturulan Uluslararası Tugaylar destekler. Sonuçta bu çabalar yetersiz kalacaktır.
Savaşın seyri
Dördüncü bölümde savaşın seyri ele alınıyor. Temmuz 1936’da başlayan askeri ayaklanma 1 Nisan 1939’da Cumhuriyetçiler yenilene kadar sürer. Cumhuriyetçi kanat baştan itibaren bir savaşa hazırlanmaması nedeniyle büyük direnişlere rağmen adeta yenilgiye mahkumdur.
Yenilgiyi tayin eden elbette başka nedenler de var. İlki Cumhuriyet’in kendi kontrolündeki askerleri darbe girişimiyle birlikte serbest bırakması, orduyu lağvetmesi. Milis güçlerinin çok parçalı, bölünmüş yapısı bir diğer neden. Uluslararası yetersiz destek. Yanlış politik hesaplar. Bundan kastım “ Direniş yoluyla zafer” diye özetlenebilecek politikanın dayandığı temellerden biri zamanla İngiltere ve Fransa’nın tavır değiştirerek kendilerine yardım etme olasılığıydı. Bu hiçbir zaman olmadı. Bütün bunlar bir araya gelince ve karşınızda da savaş için eğitilmiş ve tecrübeli birlikler olunca yenilgi kaçınılmazlaşıyor.
Yeni düzen
Bu bölümde ilk ele alınan mesele Franco’nun yükselişi oluyor. Franco darbenin bir numarası değildir başlangıçta. Bunun bazı “mücadeleler” sonunda elde eder. Mesela olası iki rakibi, iki ayrı uçak kazasında diskalifiye olur. Kendisi ise 1 Ekim 1936’da “Tek Vatan, Tek Devlet; Tek Caudillo” olur.
Franco’nun sol ve demokrat kesimleri ortadan kaldırmayı hedefleyen yeni düzenini kurarken sadece ordu değil aynı zamanda milislerden yararlanır.
Yeni düzen tabii kadınlardan da bir şeyler bekler. “Savaşta ölmüş olan gençliğin üstünlüğünü yerine getirmek arzusuyla bize pek çok sağlıklı çocuklar veren güçlü ve doğurgan anneler ihtiyacımız var.”
Yeni düzen aydınları da sevmez. Başta öğretmenler olmak üzere bir sürü insan kıyıma uğrar.
Yalnızca kayıtsız şartsız teslimiyeti öneren Franco ile Cumhuriyetçiler safından el altından yapılan barışma girişimleri de başarısızlığa uğrar. İnsanlar kıyımdan kaçabilmek için Fransa sınırına yığılır. Bir kısmı geçer. Bir kısmı için sınır kapanır. Fransa’ya geçenleri de Hitler’in Fransa’yı işgaliyle birlikte ölüm bekliyordur.
Sınırlı sayıda insan, bir kaç yıl ülkenin farklı kesimlerinde, dağlarda organize olmayan bir gerilla savaşı yürütür. Fakat etkili olamazlar. Resmi rakamlara göre üç bin kadar gerilla bu savaşta ölür.
Altıncı bölümde savaşanların ayrıntılı olarak karşılaştırılması yapılıyor. Özetle durum düzenli orduya karşı teknik yetersizlikler içinde dağınık milislerin savaşıdır. Savaşın sonunda tahmini olarak 600 bin kişi ölür. 100 bini askerdir. 55 Bini ise Cumhuriyetçi bölgedeki şiddet olayları sonu hayatını kaybeder.
Uygar olmayan barış
Uygar olmayan barış başlığını taşıyan son bölümde ise kısaca yenilgi sonrası ele alınmış. Yenilenleri yok etmeyi hedefleyen süreçte resmi rakamlara göre 270 bin kişi gözaltına alınmış. İlk birkaç yıl içinde bunlardan 50 bini hapishanelerde öldürülmüş.
Sonrası malum Franco demokrasi namına her şeyi yok eden, ihbarcı bir korku toplumu yaratır. 1973’e kadar iktidarda kalsa da yine de demokrasi özgürlük umudunu bitiremedi. İspanya elbette Franco’nun ölümü sonrası onun uygulamalarını silmeye çalıştı. Fakat köklü bir hesaplaşmaya girişmedi. Bunun Katalanlar ya da Basklar özerkliğe rağmen bağımsızlık istiyorlarsa, bunun da bir payı olduğunu düşünülebilir.
Sonuç
Bu yazıda kitabın ben sadece bir kısmını yansıtabildim. Kitapta olan birçok şeyin eksik kaldığından emin olabilirsiniz. Yani siz de okuyun.
Ayrıca korkutmak gibi olmasın ama nelerle karşı karşıya kalabileceğimiz resmetmesi açısında bu tarz çalışmaların önemine ne kadar işaret etsek azdır.
Bugün içinde bulunduğumuz gordion düğümünü çözebilecek bir kılıca sahip değiliz. Bu yüzden Gezi’deki gibi yeni toplumsallaşma potansiyeli taşıyan direniş biçimleri bulmak, yaratmak zorundayız. (AS/YY)