Azer Bortaçina, 16 Haziran'da hayatını kaybeden gazeteci Nilüfer Yalçın için yazdğı, 28 Haziran 2000'de Milliyet gazetesinde yayınlanan yazısında, ondan "Bu güzel insana büyük saygı duydum, enerjisine ise hayran oldum" diye bahsediyor. Bortaçina'nın, Yalçın'ı ve gazetecilik serüvenini anlattığı yazısı şöyle:
Arnavutköy Amerikan Koleji'nin Fen Bölümü'nden başarıyla mezun olan genç kız, diplomasını aldığı gün koşarak Bebek'teki evine gider. Önce gururla diplomasını verir Filibeli Ferit Recep Bey'e, sonra soluk almadan tıp tahsili yapmak istediğini söyler babasına. Galatasaray Lisesi'nden mezun olduktan sonra İsviçre'de yüksek tahsilini yapan, Fransızca, Rusça, Bulgarca'yı ana dili gibi konuşan bu aydınlık adamın yüzü birden kararır.
Tıp tahsili altı yıl, ihtisas da eklenince eder on yıl. Güzeller güzeli ama 30 yaşına gelmiş bir kızla kim evlenir? Babası itiraz eder, annesi de destek verince doktor olma hayaliyle yıllardır yanıp tutuşan genç kız karanlık bir dehlize yuvarlanır. Bir de yetmezmiş gibi kararını değiştirmesi için onu odaya kilitlerler günlerce.
Çaresiz, ama hırsla o da İngiliz Filolojisi'ne kaydını yaptırır. İngiliz Edebiyatı okurken Halide Edip Adıvar hocası olur. Ancak, genç kız aceleci. Bir edebi meseleyi analiz etmektense, o meselenin içine girip, karşı tarafa anlatmasını çok daha iyi beceriyor. Diğer hocası Mina Urgan ise bu yeteneğini keşfetmiş ki, bir gün dayanamaz.
"Edebiyat falan diyorsun ama sen bu işi bırak, yapamazsın. Meselelerin içine o kadar güzel giriyorsun ki, bu yetenek ancak gazetecide olur. Bütün enerjini gazetecilik üzerine yoğunlaştır. Eminim ki sen Türkiye'nin en iyi kadın gazetecisi olacaksın. Bu devirde lisan bilen kadın da parmakla gösteriliyor zaten."
Meslekte büyük başarı
Nilüfer Yalçın, hocası Mina Urgan'ın teşvikiyle girdiği gazetecilik mesleğinde büyük başarı gösterir. Parlamentonun ilk kadın muhabiri olur. 1954'den sonra eşiyle birlikte çıkardığı Forum dergisi yüzünden başlarına gelmeyen kalmaz. Çocuğunu emzirirken hem Dünya gazetesi hem de Forum dergisi arasında koşuşturur.
Demokrat Parti iktidarının hırçın politikaları sırasında ABD'ye gider. Eşi Aydın Yalçın'la birlikte Türk öğrencilerini örgütler. Türkiye'deki Demokrat Parti'nin zulmünü protesto etmek için Birleşmiş Milletler binasının önünde pankartlarla yürür. Öncü dergisini çıkarırken, hayatının en büyük şokunu yaşar.
1963'de girdiği Milliyet gazetesinde, 1969'dan sonra dış politika alanında uzman gazeteci olur. Türkiye'den Avrupa'ya, sonra da Çin'e taşar yolları. Türkiye'nin baş belası Yunanlı "siyasetçi" din adamı Makarios, Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat başta olmak üzere sayısız devlet başkanı, politikacı, diplomatla özel röportajlar yapar. 31 yıl çalıştığı Milliyet gazetesine ise 1994 yılında veda eder.
İlk mücadele Forum dergisi
Yıl 1954. İktidardaki Demokrat Parti özgürlükleri kısarken, Halk Partililere karşı cepheler de kurulmaya başlar. Sosyoloji, felsefe bilmeyen, daha çok köylüye hitap eden DP iktidarına biraz olsun başkaldıran, önderliğini de Aydın Yalçın'ın yaptığı Siyasal Bilgiler Fakültesi'den bir grup öğretim üyesi tam bu dönemde herkesin özgürce yazılarını yazabileceği bir dergi hazırlığı içine girerler.
Dergi nisanın ilk günü çıkar. Hayatında o zamana kadar baskı makinesi görmemiş olan Nilüfer Yalçın gazeteciliğin teknik tarafını da yakın arkadaşı Bülent Ecevit'in büyük yardımlarıyla öğrenir.
Okuyucu kitlesi her geçen gün hızla artan Forum dergisinde Bülent Ecevit dış politika üzerine yazılar yazarken o da editörlük işini yüklenir. Forumcuların hiçbiri parti üyesi olmadığı ve üyeliğe de karşı oldukları için yazılarında objektif kriterlere çok önem verirler. Bir gün Yalçınların kapısı çalınır. Karşılarında Bülent ve Rahşan Ecevit çiftini gören Nilüfer Yalçın çok şaşırır. Çünkü onlar habersiz evlerine gelmezler ki. Demek ki çok önemli bir şey var. Bülent Bey dayanamaz, sonunda anlatmaya başlar.
"Biz Cumhuriyet Halk Partisi'ne kaydolduk. Demokrat Parti bir kanun çıkarıp, Atatürk'ün kurduğu CHP'nin tüm mallarına el koydu. Bu mallar devlete devredilecek. Partinin beli kırıldı. Biz de tepkimizi ortaya koymak ve mücadele etmek için CHP'ye kayıt olduk."
Basını atlattı
Aydınlar üzerinde çok etkili olan derginin sesini kısamayan Demokrat Parti iktidarı önce Forum'un kağıdını keser. Karaborsadan alınan kağıdın parası ise devlet memuru olan, ama dergide yazı yazan aydınlar tarafından denkleştirilir.
Nilüfer Yalçın kızına hamile iken Başyazar Falih Rıfkı Atay ve Bedii Faik'in onayıyla Dünya gazetesinde de çalışmaya başlar. Bir süre sonra kızı Lale dünyaya gelince dört saat aralıklarla eve gidip, çocuğunu emzirdikten sonra hem Dünya, hem de Forum dergisinde gece yarılarına kadar daktilonun başından ayrılmaz.
Dünya gazetesinde haber peşinde koşarken, parlamentoya giren ilk kadın gazeteci olarak adını duyurur. Meclis'te kadına alışık olmayan milletvekilleri Nilüfer Hanım'a çok ama çok sıkıntı verirler. Ama genç gazeteci inatçı, çıkartılan zorluklar gözünü hiç korkutmaz. Hatta daha da kamçılar onu. Birkaç milletvekiliyle iyi ilişki kurunca birbiri ardına haber patlatmaya başlar.
O dönem gazeteciler de, muhalefet de Menderes hükümetiyle gırtlak gırtlağa. Neredeyse her haber yüzünden DP'lilerle mahkemelik olan gazeteciler ve muhalefet milletvekilleri kendilerine ispat hakkı verilmesini istedikleri için Basın Kanunu'nda bir değişiklik yapılmasının zorunlu olduğunu söylerler.
Ancak Adnan Menderes muhalefetin "ispat hakkıyla" uğraştığını duyunca Meclis'te yaptığı bir konuşmada "Ne bu, ispat hakkı diye tutturmuşlar. İspat hakkı mı, yoksa İspartalı Hakkı mı" diye alay edince kıyamet kopar.
Hürriyet Partililerin ispat hakkıyla ilgili bir taslak hazırladığını öğrenen genç gazeteci haberin kokusunu alır almaz iz sürmeye başlar. Hürriyet Partisi Milletvekili Fethi Çelikbaş'tan bu taslağı ele geçirir, bir koşu gazetesine gelerek bomba haberini yazar. Sekiz sütün manşetten verilen haberden sonra yer yerinden oynar. Tartışmalar ayyuka çıkarken "ispat hakkı" haberi yüzünden Demokrat Parti bölünmeye başlar. Ekrem Alican önderliğindeki bir grup milletvekili Adnan Menderes'in DP'sinden ayrılıp, Yeni Türkiye Partisi'ni kurarlar.
ABD'de protesto
1958'de Milli Eğitim Bakanı Celal Yardımcı, Aydın Yalçın'ın profesörlüğüne onay vermeyince o da çağrılı olarak gittiği ABD'deki Colombia Üniversitesi'nde ders vermeye başlar.
Ülke şartlarının ağırlığına katlanacak gücü kalmayan Nilüfer Yalçın ise iki çocuğuyla ancak bir yıl sonra kocasının yanına gidebilir. Kilometrelerce uzaklardan DP iktidarını protesto etmek için oradaki Türkleri örgütler.
Talat Halman'la birlikte ABD'deki Türkler adına bülten çıkarıp, askeri kanaldan ülkesine yollarlar. İhtilalden sonra vatanına dönen Nilüfer Yalçın, Dünya'nın hırçın politikasını onaylamadığı için gazeteden ayrılır. Askerden yeni dönen Oktay Ekşi de bu kervana katılır. Altan Öymen'in de dahil olduğu bir toplantıda ne yapacaklarını konuşan gazetecilere Ekonomi Ajansı'nın sahibi Ziya Tansuğ'dan bir telefon gelir.
"Arkadaşlar ihtilalin felsefesini güçlendirecek ve o felsefeyi halka benimsetecek bir gazete çıkarmak istiyorum. Ama elimde kadro yok. Sizlerden yardım bekliyorum."
Gazeteciler bu gazeteyi kimin finanse edeceğini sordukları zaman Tansuğ'nun cevabı hazırdır: "Kayınvalidemin gayrimenkullerini 500 bin liraya sattım. İşte banka makbuzu. Siz nasıl bir gazete kurmak istiyorsanız kabulüm."
Bütün istekleri kabul edilen gazeteciler toplanmaya başlar. Aydın Yalçın başyazar, Altan Öymen yazı işleri müdürü, Oktay Ekşi istihbarat şefi olur. Nilüfer Yalçın, Örsan Öymen parlamento muhabiri olarak, Muzaffer Aşkın, Erdoğan Tokatlı yazı işleri, Mete Akyol magazin, Hıncal Uluç, Öcal Uluç da spor servisinde çalışmaya başlarlar.
Diğer Yazı İşleri Müdürü Oktay Kurtböke ise daha çok spordan sorumlu olur. Ortaokuldan terk Mustafa Özkan (daha sonraki tarihlerde Son Havadis gazetesinin sahibi oldu) ise teleks memuru olarak Öncü'de işe başlar. 1960'ın ağustosunda yayın hayatına katılan Öncü çıkarken Kurucu Meclis yapılanır.
Bu Meclis'e basından üç kişi; Altan Öymen, Oktay Ekşi ve İlhami Soysal seçilir. Öncü, basın haklarını savunan, 212 Sayılı Basın Yasası'nın öngördüğü gelişmeleri ve özgürlükleri kapsayan hareketin öncülüğünü yapar.
Basın Yasası çıkar çıkmaz Babıali'deki patronlar isyan edip, gazetelerini "ancak" üç gün kapatırlar. Bir tek Öncü gazetesi çıkar. Bu protestodan sonra Aziz Nesin de Öncü'nün devamlı yazarı olur.
Türkeş şoku
Öncü yarı asker, yarı sivillerin odak noktası. Gazeteciler askerleri kırmamak için parti tutmazlar ama ihtilalciler de kendi aralarında çekişip dururlar. 13 Kasım günü Alparslan Türkeş ve 13 arkadaşının yurtdışına sürgün edildiğini, aynı gün telefon çağrısı üzerine eşi Aydın Yalçın'la birlikte "belirtilen" yere gittiklerini söyleyen Nilüfer Yalçın, o gün yaşadığı olayı anlatırken hem heyecanlanıyor, hem de sinirleniyor:
"Öncü'nün patronu Ziya Tansuğ, müşavir Turan Güneş, ihtilalin hukuk uzmanı Yüzbaşı Fikret Ekinci oturuyorlardı. Ekinci masanın üzerine tabancasını koydu ve Ziya Tansuğ'a, 'Şunu imzala, gazeteyi devralacağız' dedi.
Ziya Bey sarardı, soldu ama yine de imzaladı. Biz de çaresiz kabul ettik. En büyük hatamız zaten bu oldu. Tüm gazetelerden önce dağıtıma girmek için taksiler tutulduğu için masrafımız büyük olurdu. Gazete devredildikten sonra tüm sorumluluk benim omzuma yıkıldı. 'Ziya Bey bu parayı hakikaten kayınvalidesinden mi aldı' sorusunu geç de olsa kendimize sormaya başladığımız zaman Yapı Kredi Bankası'nın patronu Kazım Taşkent bizi çağırdı. Fikret Ekinci yine orada. Taşkent o parayı Ziya'nın değil, kendisinin verdiğini açıklayınca başımızdan aşağıya kaynar sular döküldü. Güya biz sermayeye karşıydık.
Kazım Bey artık para vermeyeceğini, daha önce verdiği paranın karşılığının gösterilebilmesi için Hürriyet Partili Ekrem Alican, Raif Aybar, Cahit Talas, Aydın Belbez'le ortak olmamızı söyledi. Eşim kabul etti.
Kazım Taşkent'e bu parayı vermesi için kimin zorladığını bulduğumuz zaman da ikinci şoku yaşadık. Çünkü bu kişi de Alpaslan Türkeş'miş. Peki Taşkent bu parayı neden vermişti? Araştırınca iş çorap söküğü gibi ortaya çıktı.
İhtilalden önce meğer Taşkent, DP'ye 500 bin lira bağışlamış. İhtilal olunca bütün defterler ortaya çıktı. Askerlerce mimlenen Taşkent soluğu Çankaya'da, Cemal Gürsel'in yanında almış. Gürsel de, 'Benim kafam bunlara basmaz, git müsteşarımla konuş' demiş. Müsteşar da Türkeş!
O da Öncü'nün çıkartılması kararını verip, Ziya Tansuğ'u bu işe zorlamış. Taşkent de imzasını gizlemiş. Şirket kuruldu ama Taşkent vaat ettiği parayı vermeyince borç bizim üzerimize kaldı. Yıllarca bu borcu ödemek için çırpınıp durduk. Askerler yardımcı olmadıkları gibi, iki gün gazeteyi bile kapattılar. Türkeş'in adamları yazılarını yolluyorlardı ama biz basmıyorduk. Sonunda gazetenin yüzde 53'ünü Müşerref Hekimoğlu aldıktan sonra artık bizim de ilişkimiz kesildi."
Bir yandan gazetecilik, bir yandan Öncü'deki idari işlerden iyice bunalan Nilüfer Hanım, Akşam'ın Ankara temsilcisi Şemsi Kuseyri'den teklif gelince oraya atlar.
Altı ay sonra Abdi İpekçi'den teklif gelince Kuseyri, "Milliyet daha sağlam ve çok güvenilir bir gazete. Üstelik her yeniliğe bu gazete imza atıyor. Sana mani olmayayım" deyince Nilüfer Hanım da Ankara bürosunun temel taşı olarak tam 31 yıl bu gazeteye emek verir. Sayısız özel haberi manşete çıkar. Her haberin üzerine aşırı titizlik gösteren Abdi İpekçi, Ankara'da dış konularda tereddüte düştüğü zaman hep Nilüfer Hanım'ı arar. Abdi İpekçi'nin öldürülmesinden sonra Milliyet'te çıkan bir haber ise Türkiye'nin gündemini değiştirir.
Türk - İslam sentezi
Kenan Evren'in başkanlığındaki 12 Eylül askeri yönetiminin dış politikasının ipuçları Nilüfer Yalçın'ın usta kaleminde biçimlenir. Darbeden hemen sonra İsrail'e giden Yalçın, Kudüs'te önemli bir diplomat ile görüşür. İsrailli diplomat şöyle der:
"Türkiye'nin İsrail'le ilişkilerini en alt diplomatik düzeye indirmesinden dolayı çok üzgünüz. Dışişleri Bakanı İlter Türkmen'in Riyat'ta yaptığı görüşmelerden de haberdarız. Suudi Arabistan, Türkiye'nin petrol ihtiyacını çok düşük fiyatla sağlayacak. Ancak karşılığında Türkiye de, İslam dininin yaygınlaşıp, kökleşmesi konusunda Suudilerin girişecekleri faaliyetlere kolaylık gösterecek."
Diplomatik kulislerde deprem etkisi bırakan haber, 13 Kasım 1980'de Milliyet'te yayınlanır. Dış politika yazarı Nilüfer Yalçın'ın bu haberinden sonra da ülkemiz, Türk - İslam sentezine sürüklenir zaten...
Yıllarca beraber çalıştığım, ama sadece telefon dostluğumuz olan Nilüfer Hanım'ı dinlerken ilk kez duyduğum olaylar karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim. Bu güzel insana büyük saygı duydum, enerjisine ise hayran oldum. Şu anda Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi'nin danışmanı olarak her daim görevinin başında olan Nilüfer Hanım, emekli olsa da kopamaz artık mesleğinden... (AB/AS)