Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS) her çocuğun yaşama, korunma, gelişme ve katılım hakkının tartışılmaz olduğunu saptar. Ayrıca, çocukları ilgilendiren her konuda çocukların yararının her şeyden önde tutulması gerektiğini belirtir. Bu bağlamda sözleşme çocuklar için çok önemli bir kazanımdır.
Sözleşme kolay anlaşılır olsa da çocuklar için taşıdığı önemin kolay anlaşıldığı söylenemez. Sözleşme, tıpkı diğer ufuk açıcı haklar ve özgürlükler metinleri gibi iktidar sahiplerinin işine gelmeyen açılımlar getirmektedir. Bu, sözleşmenin demokrasi ile doğrudan ilişkisi olan gelişme ve özellikle katılım ilkesi için özellikle geçerlidir. Çocukların gelişme ve katılma hakları, toplumda en çok değişim yaratacak süreçlere denk düştüğü için bu iki hakkın kullanılmasına çok daha fazla engel çıkarılmaktadır.
Katılım hakkı
Katılım hakkı, 12. Madde ile şöyle tanımlanmıştır: "Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar."
Açmak gerekirse, her çocuk kendisini ilgilendiren uygulamalarda görüş belirtme hakkına sahiptir ve yaşı ilerledikçe, kendi yaşamı üzerinde daha fazla söz sahibi olma hakkına sahiptir.
Her çocuk, yaşamak, beslenmek, barınmak gibi temel gereksinimlerinin ötesinde, dünyaya müdahale edebilmek, merakını gidermek, ilgilerini beslemek ve kendi isteklerini yerine getirebilmek ister. Katılım hakkının biyolojik, psikolojik ve sosyal karşılıkları vardır. Her çocuk meraklıdır, dünyaya yetişkinlerden farklı şekilde ilgi gösterir ve hareket etmek ister. Bu özellikler insansı maymunlarda ve birçok memeli hayvanda da göze çarpar.
Psikolojik açıdan katılım çocuğun özerklik gereksinimine denk düşer. Sosyalleşme açısından ise katılım çocuğun çevresi ile iletişimini sağlar. Çocuk daha doğar doğmaz çevresindeki insanlarla iletişim kurabiliyorsa, bu çocuğun kendini ifade etmesi ile gerçekleşir.
Çocuğun gelişim hakkının gerçekleşebilmesi için katılım gerekir. Bu otoriter toplumlarda ve eğitimin yukarıdan aşağıya kurgulandığı ortamlarda üzerinde özellikle durulması gereken bir noktadır. Psikolojik açıdan bakıldığında çocuğun ifadeleri ve talepleri (yani katılımı), anne babanın nasıl bakım vereceği konusunda dayanacağı en temel göstergelerdir. Çocuğun oyun oynaması gelişiminin en önemli öğelerinden biridir ve doğrudan katılıma dayalıdır. Gelişimin merkezinde yer alan hareket ve öğrenme ancak katılım ile gerçekleşebilir.
Güvence olarak katılım
Katılım aslında çocuk hakları açısından bir güvence olarak da görülmelidir. Çocuk haklarının gerçekleşmesi de, savunulması da, daha ileri götürülmesi de ancak çocukların kendi haklarına sahip çıkabilmesi ile mümkün olabilir. Yoksa tıpkı anayasal haklar, insan hakları gibi çocuk hakları da kitaplarda ve akıllarda kalacaktır. Daha kötüsü, çocuk hakları yaşamda bir karşılığı olmayan ve "laftan ibaret" haklar ve özgürlükler listesinin bir parçası olarak görülürse, kısa sürede yerini sinik bir dünya görüşüne ve toplumda karşılığı olduğu bilinen yaltaklanma, kayırmaca, kaypaklık, yalan dolan gibi eğilimlere bırakabilir.
Tersten katılım
Çocukların katılımı açısından Türkiye'de durum çok rahatsız edicidir. Türkiye giderek daha antidemokratik bir ülke haline geldiği ve kitlelerin katılımı bir haktan lükse dönüştüğü için, çocukların katılımının önüne engeller çıkması hiç şaşırtıcı değildir.
Şu an var olan durum, tersten katılım olarak adlandırılabilir. Çocuklar hem istedikleri etkinlikleri yapmaktan alıkonmakta, hem de istemedikleri etkinlikleri yapmaya zorunlu bırakılmaktadır. Çocukların katılımı, isteklerinin tam tersi yönde ve hemen her zaman rıza alınmadan gerçekleşmektedir. Bu okullarda kurumsallaşmıştır. Çocuklar kendilerine hiç görüş sorulmadan birçok uygulamaya maruz bırakılmakta ve bu uygulamaların çocukların istekleri ile örtüşüp örtüşmediğini veya çocukların yararına olup olmadığını tartışamamaktadır. Bu uygulamaların başında her sabah ant içmek, sık sık marş söylemek ve dinlemek, kimi bayramlarda törenlere katılmak zorunda olmak gelmektedir.
Kurumsal açısından en ters örneği, "Çocuk Bayramı" olarak sunulmasına karşın çocuklara hiç danışılmadan düzenlenen 23 Nisan kutlamaları oluşturmaktadır. Her sene stadyumlarda militarist bir düzenle yapılan kutlamalar uzun süre hazırlık gerektirmekte, hazırlıklar ve bazen kutlamalar sırasında çocuklar çok olumsuz koşullarla karşı karşıya kalmaktadır. Hem stadyumlarda yapılan militarist 23 Nisan törenleri, hem de Başbakan dahil birçok idarecinin koltuğunu göstermelik olarak bir çocuğa devretmesi televizyonlardan ülke içinde ve dışında izlenebilmektedir. Türkiye tersten katılımın her sene vitrine konulduğu bir ülkedir.
Okullarda işleyişin katılıma dayanmadığı, öğrencilerin gerek okul yönetimi gerekse okul yaşamı üzerinde çok az söz hakkı olduğu da ortadadır. Milli Eğitim Bakanlığı öğrencileri okula gelen ve öğrenme ile görevli edilgen bir kitle olarak görmektedir. Okulda şiddet olaylarının artması bahanesiyle başlatılan "okul polisi" uygulaması bu çarpıklığı çok iyi yansıtmaktadır. Uygulama, binlerce öğrencinin çözemediği sorunları tek bir polisin çözebileceği gibi bir varsayıma dayanmaktadır.
Katılım sivil toplum örgütleri açısından da pek önemsenmemektedir. Bu durum, Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 20. yılında yapılan açıklamalara ve etkinliklere bakılarak da anlaşılabilir. Açıklamalarda katılım temel bir mesele olarak vurgulanmamakta, gündelik yaşamda katılım yerine yasama sürecine katılım gibi dolaylı süreçlere vurgu yapılmakta, yapılan etkinliklerde katılım vurgulansa bile çocukların katılımının olmadığı görülmektedir. Özellikle sorunlu olan konularda (militarizm, 23 Nisan törenleri, okul polisi gibi) rahatsız edici bir sessizlik olduğu da ortadadır. (SD/TK)
* Serdar M. Değirmencioğlu, Doç. Dr.