Geçtiğimiz hafta sonu (16-17 Ocak 2010), Palovit Vadisi Duyarlılık Platformu adına İkizdere'de yapılan Türkiye Su Meclisi toplantısına katıldım. Memleketin dört bir yanından suyla derdi olan herkes oradaydı. Verimli, hararetli tartışmaların olduğu amaçları bakımından tarihi önemde bir toplantıydı. Böyle bir organizasyonun içinde olmak ve bu Meclis'in bileşenlerinden biri olmak beni ziyadesiyle mutlu etti.
Toplantıya dair düşüncelerimi dile getirmeden önce, toplantının yapıldığı İkizdere'ye dair bir iki kelam etmekte fayda var. İkizdere şu anda Doğu Karadeniz'deki diğer vadiler gibi santral belasıyla uğraşıyor ama belki diğerlerinden daha fazla. Çünkü vadi üzerinde 20'nin üzerinde proje uygulanıyor ve vadi toplantının yapıldığı otele gelene kadar gördüğüm kadarıyla adeta delik deşik edilmiş vaziyette. İçine girilmeyen su yatağı, tepe ve dağ kalmamış, etrafa saçılan pislikler de cabası. Böyle bir durumdan İkizdereliler de rahatsız ama ne yazık ki mahkeme kararlarına rağmen inşaatlar devam ettiriliyor. Aynı sorun Karadeniz'in diğer vadileri için de büyük problem.
Santraller gerekli mi?
Hidroelektrik santralleri toplantının ana tartışma konusuydu elbette. Çünkü kaynağını sudan alan bir üretim tarzı. Toplantıda da ana tartışma konularından biri bu santrallerin gerekliliği üzerineydi. Artvin Orman Fakültesi'nden Oğuz Kurdoğlu ile avukat Yakup Okumuşoğlu'nun bir iki santral yapılmasına müsaade edilebilir önerileri bir anda tansiyonu yükseltti ama bu durum tamamen yanlış anlaşılmadan kaynaklanıyordu. Çünkü her iki isim de Karadeniz'de çevre mücadelesi içinde yer alan, bilinen kişilerdi. Bir şeye topyekûn karşı çıkmak bazen çözüm getirmeyebilir, o nedenle böyle bir öneride bulundular. Bu minvalde tartışmalar sürerken, herkes çıkıp kendi bölgesindeki deneyimlerini de paylaştı.
Su yanlış yönetiliyor
İkizdere Derneği Başkanı Kadem Ekşi, " Su politikalarının yanlış yönlendirilmesinin mağduruyuz. O nedenle 81 ilden temsilcilerin katılımıyla burada yapacağımız toplantının sonuçlarını sayın Başbakan'a rapor olarak ileteceğiz" derken; Doğa Derneği Başkanı Güven Eken şunları söylüyordu:
" DSİ'nin vizyonu doğanın sonunu hazırlıyor." Doğu Karadeniz'deki birçok bölgenin avukatlığını üstlenen Yakup Okumuşoğlu ise Çevre Bakanlığı'nın havza planlaması yapmadan santral projelerine onay vermesini eleştirdi. Kendilerine Toroslar'ın bekçileri diyen Sarıkeçili göçerleri temsilen toplantıya katılan Pervin Çoban da isyanını şu sözlerle dile getirdi: " Bizim aklımıza su deyince insan, insan deyince doğa gelir. Biz doğal kaynaklardan besleniyoruz. Üç bin kişinin göç yolunu su belirliyor. O nedenle kendimizi sudan ayrı düşünemiyoruz."
Alakır Platformu'ndan Alican Güner de yöredeki insanların desteği olmadan pek bir şey yapılamadığını hatırlattı...
Su Meclisi oluşturuldu
Sorunlar hemen hemen aynı minvalde aslında. Su hayatın önemli bir bileşeni ve susuz bir hayat düşünülemez. Ancak ülkede bilinçli bir su politikası yok ve bir an önce suyla ilgili projeler hazırlanmalı, suyun bilinçli kullanımı sağlanmalı. Bu talepler doğrultusunda ortak hareket etmek ve platformun sesini daha iyi duyurması için Su Meclisi seçimi yapıldı ve sonunda Yürütme Kurulu Üyeliği'ne Artvin'den Bedrettin Kalın, Muğla'dan Berna Babaoğlu Ulutaş, Çanakkale'den Güneşin Oya Aydemir, İstanbul'dan Güven Eken, Antalya'dan Hediye Gündüz, Rize'den Kadem Ekşi, İstanbul'dan Ümit Gürses, Konya'dan Pervin Çoban ve Zonguldak'tan Yakup Okumuşoğlu seçildi.
Suyla ilgili yanlış uygulamaları engelleyerek suyun akılcı kullanımını sağlamak amacı ile çalışacak Türkiye Su Meclisi, bilimsellik ve gerçeklikten uzak "su boşa akar" düşüncesine karşın doğada tek damla suyun bir boşa akmadığı gerçeğinin savunucusu olmayı amaçlıyor. Türkiye'nin dört bir yanında yürütülen mücadeleleri ulusal ve uluslararası ölçeğe taşıyacak olan Türkiye Su Meclisi, yeni bir su çerçeve yasasının hazırlanması, Elektrik Piyasası Kanunu'nda tadilat yapılması, DSİ Teşkilat ve Vazifeleri Kanunu'nun değiştirilmesi ve suyun ekolojik etki ve katkısını esas alan entegre havza planlaması yapılmadan uygulamaya sokulmuş tüm projelerin durdurulması için de çalışacak.
Su manifestosu
Genel Kurul sonucunda bir manifesto açıklayan Türkiye Su Meclisi'nin manifestosunda şu görüşlere yer verildi:
-Doğa kendi başına vardır ve insan doğanın sadece bir parçasıdır.
-Doğa bir nesne değildir. Kendi kadim kuralları doğrultusunda, değerli bir işleyişe sahiptir.
-Doğa ticari bir mal haline getirilemez.
-Su yalnızca doğaya aittir ve onun ayrılmaz bir parçasıdır.
-Su bulunduğu havzaya aittir. Doğal bir varlıktır, kaynak değildir.
-Su kendini ancak akarak var edebilir ve doğada tek bir damla su bile boşa akmaz.
-Suyun özelleştirilmesi ve suya efendi atanması kabul edilemez.
-Sürdürülebilir kalkınma, koruma, kullanma dengesi gibi ilkeler doğanın sömürülmesi için gerekçe gösterilemez.
-Yaşamın yegâne kaynağı olan doğanın "Çevre" diye tanımlanarak hayatın dışına çıkarılması kabul edilemez.
Sonuç yerine
Türkiye'de böyle bir organizasyonun yapılması, bu işi düşünenlere büyük bir teşekkür gerektiriyor. Ben kendi adıma teşekkür ediyorum. Yalnız bir şeyi de eklemeden geçmek istemiyorum. Toplantıya katılan insanların çoğu birbirini yeterince tanımadan, oradan ayrılmak zorunda kaldı. Bu belki sürenin kısa olmasıyla ilgili bir durumdu ama önceden ayarlanabilirdi. Yine de düşünce olarak, eylem olarak iyi bir girişimdi. En sonunda çektirilen toplu fotoğraf ise Türkiye'de suyun geleceği ile uğraşanların güçlü bir tablosu gibiydi...(UB/BÇ)