“Potlaç” nedir bilir misiniz?
Bilenler zaten biliyor. Bilmeyenlere anlatacağım. Ama ondan önce bianet'i izleyenlerin bazılarına geldiğini düşündüğüm bir mesajı ve bu mesajla yapılan “çağrı”yı sizlere duyurmak istiyorum:
“İmece Yemeği'ne Davetlisiniz
Kazdağı’nın eteklerinde, Ege sahilindeki İmece Evi; Doğal Yaşam ve Ekolojik Çözümler Çiftliği'nde her çarşamba, İmece Yemeği 'Potlaç' düzenleniyor. Köylerden, sahillerden gelen insanların yanlarında getirdiği bir çeşit yiyecek ve imeceyi birleştiriyor, şölen düzenleniyoruz. Yemekten sonra ise daha önce belirlenen bir konuda sohbet başlıyor.
Bu hafta çook uzaklardan İmece Evini desteklemek ve bilgisini bizimle paylaşmak için gelen arkadaşımız Emet Değirmenci Yeni Zelanda ve Avustralya deneyimlerini aktaracak.
Tencerenizi kapıp gelin!
26 Eylül Carsamba
Potlaç 19.30
Sohbet 20.30”
Bu mesajın bir benzerini her hafta pazartesi ya da salı günü elektronik posta kutunuzda görebilirsiniz. Olay aynıdır. Ama her haftanın konusu ve konuğu farklı olabilir.
Potlaş nedir?
Şimdi yukarıdaki sorumun yanıtını vereyim sizlere:
Türk Dil Kurumu Sözlüğü Fransızca “potlatch”ı kaynak göstererek “Kızılderililerin birbirlerine armağanlar verdikleri dinî bayram” diyor.
İnternetteki “özgür ansiklopedi” Vikipedi ise “Potlaç, bir tür Kızılderili'lerin değiş tokuş şeklinde gerçekleşen bayramlarına Şinok dilinde verilen isim” diye tanımladıktan sonra şöyle sürdürüyor: “Potlaç bölgenin ticaret ve ulaşımda kullanılan Şinok diliyle bütün batı kıyısına yayılmıştır, hem beslemek hem de tüketmek anlamındadır.
Herkesin elindekinin eşit biçimde dağıtıldığı tören
O zamanlar Kabilenin yıl boyunca çektiği sıkıntıların atlatıldığı, herkesin mutlu olduğu baharda yapılan ve bir ay süren Potlaç, bol müzikli ve danslı geçerdi. Herkesin elinde kalan giysi, yiyecek ve içecekler bir araya toplanır, kabile yaşlılarının denetiminde herkese eşit biçimde dağıtılırdı.
Yediklerini yer, yiyemediklerini yakarlar, postları da paylaşırlardı. Burada amaç, farklılıkların sürekli olmamasını sağlamaktı. Eşitsizliği önlemek için tekrar eşitlik noktasına dönmekti. Bu armağan şenlikleri evlenme ve cenaze törenlerinde, yeni bir kutsal direğin dikilmesi veya olağanüstü zenginlikte bir balık avının gerçekleşmesinin de kutlanmasında yapılıyordu.
Tlingit, Hayda, Çimşiyan, Kakiutl ve Bilhula oymakları araştırmacılara zengin malzeme sağlamışlardır."
Potlaç”a dair bir tartışmaya girmeksizin burada ekşisözlük'te yer alan bir tanıma da yer vermek istiyorum. ekşisözlük'e yazan “abraksas” ise sözcüğün anlam ve kaynağını daha yakınlara çekiyor: “eski Türklerde, artı ürün birikimini önlemek için, eldeki fazlalığı toplumla paylaşarak hem toplumun bütünlüğünün hem de göçebe yaşamın kolaylaşmasını sağlayan törenlere verilen isim.
Potlaç töreninin göçebe toplumlarda artı ürünü engelleyen bir uygulayım olması dışında Ruth Benedict, potlaç'a farklı bir açılımdan yaklaşarak potlaç'ı saplantılı statü açlığı olarak tanımlıyor.
Potlaç, kuzeybatı Amerika kıtası yerlileriyle eski Türk göçebe kavimlerinde kurulu yapıyı koruma ve yenileme işlevinin yanı sıra, törensel ve büyük bir cömertlik gösterisiyle artı ürünün dağıtımı (ve yok edimi) işlevini görür. ama potlaçta verme karşıdakinin doygunluk sınırını aştıkça telef etme gösterisine dönüşür.
Vermek tüketmeyi körükler, tüketmek yeniden üretimi
Klasik ekonomi literatüründeki bir prensibi canlandırıyor bu durum. ‘Vermek, tüketmeyi körükler, tüketim yeniden üretimi canlandırır. Benedict, saplantılı statü açlığı tanımını bu telef etme eğilimiyle açıklıyor.
Benedict kültür örüntüleri (Patterns of culture; 1934) adlı derlemesinde, Kuzey Amerika kıtasındaki bir balıkçı kültürü olan Kuvakiyutul'a yer verirken, sıkça bahsediyor potlaçtan. Kuvakiyutul'ların potlaç törenleri sırasında, önce yenilir içilir ve armağanlar verilir, daha sonra da değerli tüm kap kaçaklar kırılır, balıkyağı akıtılır, ev eşyaları, dikiş makineleri harap edilir ve hatta evler bile yakılır.
Potlaç törenine çağrılmak, büyük bir onurdur. ancak her konuk, çağrıldığı her potlaç törenine karşılık kendisi de bir potlaç düzenlemek zorundadır” diyor.
Potlaçın düzenlendiği Küçükkuyu’ya 7 Kilometre uzaklıktaki “İmece evi”ni kuran İsmail Yenigün buraya ait internet sitesinde kendisini anlatırken şöyle diyor:
“Babamın rahatsızlığı ile Lise-2’den okulu bırakıp başladığım 28 yıllık ‘Ayakkabı Malzemeciliği Ticareti’ işimi 1 Ekim günü (2004) resmen sonlandırmış durumdayım. Artık ayaklarımın gitmediği, her geçen gün köreldiğimi, öldüğümü hissettiğim, geleceğe daha karamsar baktığım işi bırakıp beni mutlu edecek, daha sağlıklı olacağım, üretken olacağımı düşündüğüm hayalimin araştırmasına başladım. Ailemin geleceği, çocuklarıma bir ticarethane, bir tüketim modeli yerine; üreten, paylaşan bir seçenek hazırlamanın daha doğru olacağını düşündüm.”
İmece Evi “Yol’cu’nun Yolculuğu”nun duraklarından birisiydi. Haziran 2007’de resmen açılışı yapılan bu “Doğal Yaşam ve Ekolojik Çözümler Çiftliği”nde giderken ve gelirken bulunduğum yaklaşık 10 gün boyunca sevgili İsmail Yenigün’ün düşlerini paylaşma ve dahası o düşlerin bazılarını gerçekleştirirken katkıda bulunma olanağına kavuştum.
Hakiki ekolojik yaşam...
Kapitalizm her şeyi “tüketiyor”. Doğayı, üretilen her türlü nesneyi, ama en önemlisi insanı. Bazı insanlar bu “tüketim çılgınlığı”na kendisini kaptırmış giderken, daha doğru bir deyişle tükenirken, bazıları da “Ne oluyoruz? nereye gidiyoruz?” sorularını kendisine soruyor ve çeşitli arayışların peşine düşüyor.
İnternette şöyle küçük bir gezinti yaparsanız bunların pek çok örneğine rastlayabilirsiniz. Son yıllarda bizim ülkemizde de bu “arayan”ların sayısında belirgin bir artış oldu. Giderek yükselen bir “trend”in konusu haline geldi, “alternatif ” ve “ekolojik” yaşam.
Kimisi gerçekten “naif” bir duyarlıkla gerçek bir arayışı yansıtsa da pek çoğu, bu yeni trendin yarattığı ranttan önce ve daha çok pay alma amacına yönelik.
Eğriyle doğruyu kuşkusuz herkes kendisi buluyor ve bulacak. Buradan kimse hakkında “ahkâm” kesme hakkımız yok. Ama kendi gözlemlerimizi paylaşmak da bir görev.
İmece evi o “duyarlı” gerçekten “ekolojik” bir ortam olma niyetinde olan ama bir yandan da varlığını sürdürmek için yaşamın dayattığı kimi unsurları içinde taşıyan bir ortam ve mekan.
Orada şimdi olandan çok daha önemlisi onun geleceğe dair verdiği ip uçları ve hemen her fırsatta, herkesle paylaşılan düşlerin “gerçekliği” orayı diğerlerinden farklı kılıyor.
Benim yolculuğumun duraklarından birisi olmasının ötesinde günün birinde “hareketsiz bir yolculuğa” çıktığımda uzun süreli konaklayacağım yerlere aday mekan ve ortamlardan birisi.
İmece Evi’nin düşlerini paylaşacak, ama daha önemlisi, yaptığı, yapmakta olduğu işlerin uçlarından tutacak birilerine, bir çoklarına gereksinimi var.
Sitesinin adresini yukarıda verdim. Önce bir tıklayın. Sonra yolunuz oraya düşüyorsa mutlaka bir “Merhaba” deyin. Hele hele bu “Çarşamba” günlerine denk gelirse bir parça da “kaymaklı ekmek kadayıfı” götürün. (Ama plastik kapta olmasın.) Bunun nedenini bana özel olarak yazarsanız size söylerim.
Bu haftaki sözlerimi yine ekşisözlük'ten aparttığım, Rashit'in “Her şeyin bir bedeli var” albümünden “Potlaç” adlı şarkısının sözleriyle tamamlayayım:
“Yaşam şartlarını / düzeltmek istiyorsun / yüksek standartlarda / bir hayat istiyorsun / sınıf atlamak ve
yükselmek istiyorsun / koca bir sıfır / olmaktan korkuyorsun
Kaldırımlar senin gibilerle dolu / senin için yok aldığın malın sonu / önemli olan sadece konforu / o asla doymak bilmeyen / tüketme arzusu
Sonu olmayan bu senaryoda / çırpındıkça batarsın / dibe çekiyor her şeyin verdiği / ağırlık sen sahip oldukça” (MS/NZ)