14 mart tıp haftası bitti, hemen ardından bu ülkenin insandan ve halktan yana sağlıklılığı için çok emek veren bir bilim insanı ve aktivistini sevgili ata soyer’e veda ettik.
daha sonra hepimizi sevindiren yeni bir gündemle yeniden ve daha büyük bir umutla “barış”ı konuşmaya başladık.
aynı günlerde, tıp haftasında doktorlara verilmeyen müjde, sonraki haftada duyuruldu. müjde biraz “dağın fare doğurması”na benziyordu: verilen söz üniversitede çalışan akademisyen hekimlerin ağzına birkaç damla şekerli su damlatıl fazla değildi. eğer gerçekten bir düzenleme yapılırsa hastalara ceplerinden ödemeleri kaydıyla, akademisyen hekimlere, üniversitelerin çatısı altında muayene olma hakkı getirildi. aynı düzenlemeye göre de alınan para da hastane ile doktor arasında paylaşılacak“mış”(!)
ama üzerinden geçen 20 güne karşın 5 mart’ta türk tabipleri birliği’nin(ttb) kızamık salgını sorularının yanıtı hâlâ ortada yok!
“kızamuk” var mı yok mu?
ttb yaptığı basın açıklamasında “2011’de başlayan, 2012’de devam eden ve 2013’de ciddi artış gösteren kızamık olguları salgın değilse nedir? sağlık bakanlığı kızamık salgınını gizlemekten vazgeçmelidir” diyor.
iddia da, onun kanıtları çok ciddi aslında; açıklamada aynen şöyle:
“sağlık bakanlığı’nın daha önce 101 kızamık olgusu olduğunu açıklamasına karşın bu sayı 2012 sonunda 349’a yükselmiş, 2013 başında 1 ocak-12 şubat arasında ise 650’nin üzerinde kızamık olgusu tespit edilmiştir. sadece 4 şubat-12 şubat arası olgu sayısı 200’e yakındır.
salgın bebekleri ve çocukları daha çok etkilemiştir, etkilemektedir. kızamık olgularının dörtte biri bebek olup, ortanca yaşı 4’tür. karşı karşıya olduğumuz tamamlanmış değil, hâlâ devam eden bir salgındır. ülke sathında yaygın olup yedi ilde daha yaygın olmak üzere 42 ilde kızamık bildirimi yapılmıştır ve her geçen gün bildirim yapılan il sayısı artmaktadır.
kızamık salgınından sağlık çalışanları da etkilenmiş, şubat ortası itibarıyla 13 sağlık çalışanı kızamığa yakalanmıştır. bu sayı her geçen gün artmaya devam etmektedir.”
benim de katıldığım bir saptama daha var açıklamada:
“sağlık bakanlığı başta birinci basamağın özelleştirilmesi projesi olan aile hekimliği uygulaması olmak üzere uyguladığı sağlıkta “dönüşüm” programı’nın başarısızlığı anlamına gelecek bu salgınları kamuoyundan gizlemeyi ve yokmuş gibi davranmayı tercih etmiştir”.
peki ya ölen, ölüm var mı?
şu ana kadar yanıtlanmayan soruların tümü çok ciddi.
ama soruların arasında çok can yakıcı olanı “erişkinlerde veya çocuklarda kızamık hastalığı nedeniyle ölüm olup olmadığı” sorusu.
şu ana kadar bunun da yanıtı yok!
açıklama yapılırken bir de anımsatma yapmış türk tabipleri birliği:
kendisi de bir çocuk hekim olan ceyhun atuf kansu’nun “kızamuk ağıdı” adlı şiiri anımsatılıyor.
kansu bu şiirinde bir soru soruyor, tıpkı “roboski” için sorulan sorulara benziyor:
“ben, bir günde yirmi üç küçük ölünün,
gömüldüğünü gördüm bu köyde kızamuktan,
ya siz ne gördünüz, söyleyin, söyleyin,
bir şey söyleyin, bir şey söyleyin uzaktan.”
bu şiir 1950’lerde “bingöl”de yazılmış.
şimdi ise yıl 2013. en az altmış küsur yıl geçmiş üzerinden, yani bir asır bitmiş, sonrakinden de 12 yıl geride kalmış. bu süre içinde bu ülkede bir çok şey yapılmış, değişmiş, dönüşmüş.
neredeyse “2. kere cumhuriyet” kuruluyor.
ama hekimlerin aslında yanıtını da çok iyi bildikleri soruların resmi yanıtları verilemiyor, verilmiyor hâlâ!
kansu’nun sesini de, dediğini de belli ki ankara’dan duyan yok.
tıpkı tabipler birliğinin, şairin o şiirinde dediği gibi önlerine dikilerek bir kez daha yinelediği o sorular gibi. bunun tek bir anlamı var aslında:
“biz ne yapıyorsak, kendimiz için yapıyoruz, kimseye de bunun hesabını vermeyiz” demeye getiriyor bu iktidar.
buradan barış çıkar mı?
çıkar denilse de o gerçek bir barış olur mu?
yaklaşım böyle olduğu sürece kıyısına kadar gelinen barışın da gerçek bir barış olmayacağını da herkes ögörebilir. çünkü bu ülkede şu anda sadece silahların neden olduğu ölümler sorun sayılıyor; ama silâhla ölmeyenlerin, kızamuktan, iş kazalarında ya da başka nedenlerle ölmeleri kimsenin umurunda değil.
oysa bu yaklaşım yalnız “kızamuk”tan değil, benzer başka nedenlerden ölenlerin sayısını artırmaktan başka bir işe yaramayacak. hem de “barış” olsa da!
o yüzden de yapılması gereken halkın ve örgütlerinin demokrasinin gereği sorduğu sorulara yanıt vermeyi görev bilen, gerçekten demokrasiden, insan haklarından dolayısıyla da barıştan, özgürlükten ve adaletten yana hükümetler, bakanlar, başbakanları olan bir toplum yaratmaktır.
“dediğim dedik, çaldığım düdük” diyen, kendi için “kudretli başkan” olma rüyaları görenlerin bu tür sorulara yanıt vermeyeceği açık.
bu sorulara yanıt verilmeli!
hem türk tabipleri birliği’nin hem de ceyhun atuf kansu’nun sorduğu soruları burada ben de tekrar ediyorum. çocuklar, erişkinler, insanlar kızamuktan ve başka hastalıklardan da ölmesin diye!
yanıtları gelene kadar da sormaya devam edeceğim:
* yüksek aşılama oranları ve toplumsal bağışıklığa rağmen kızamık salgınının nedeni nedir?
* kızamık salgınının toplumla, sağlık çalışanları ile şeffaf olarak paylaşılmaması, haftalık raporlarla kamuoyunun bilgilendirilmemesinin gerekçesi nedir?
* büyük bir toplumsal kesimin yeniden aşılanması için geniş bir sağlık çalışanları ekibi ile çalışmalar yürütülmesi yerine aile hekimlerinin sınırlı gücü ile gönüllülüğe ve uzun süreye yayılan bağışıklamanın tercih edilmesinin gerekçesi nedir?
ve de can yakıcı soruyu yine aynı şiirinde dr. kansu belki de hepimize soruyor:
“o çaresiz, o yalnız, o karanlık günde,
siz neredeydiniz diyeceğim, neredeydiniz?
ben perişan, utanmış... bu köyün üstünde,
kahrolurken, siz beyciğim neredeydiniz?”
yanıtını verebiliyor musunuz?
verebiliyor muyuz! (hş/hk)