"Düşman bellediklerimiz, hikâyelerini duymadıklarımızdır."
Zizek
Eski mekânlar sahiplerini ve sakinlerini yitirince önce sessizleşir, sonra çürümeye başlarlar. Ahşap dokuları bel vermeye, budaklarından çatırdamaya ve içten içe su ve nem aldıkça harabiyete doğru gitmeye başlarlar.
Diyarbekîr'in toprak damlı evleri gibi toprak beslenmez, zamanında bakımı yapılmazsa yağmurlar ve karlarla yoğunlaşan dam toprağı, o ters kirişli ahşap direk tavan örtüsü ile birlikte bazalt zeminle buluşup orta yere çökmüş moloz yığınına dönüşür.
İşte Xançepek, namı diğer Gâvur Mahallesinin yüzler yıllık Surp Giragos Ermeni Kilisesinin birkaç yıl öncesine kadarki hali, aşağı yukarı böyleydi. Toprağı bol olsun öte yakaya göçmeden önce kilisesinin avlusundaki müştemilat bölümünde bir başına ve yapayalnız anılarıyla yaşayan son Ermeni Anton Dayı (Antranik Zor) ipten kuşağıyla beline bağlı şalvarının cebinde taşırdı damı çökmüş her yanından rahatlıkla iç avlusuna girilebilen kilisenin kapısının Miteloğlu anahtarından kilidini.
Bir ritüel gibiydi kapının kilidini açışı. Gidip gelen hafızasıyla sürekli yinelerdi. "Gittiler işte, hepsi gitti, bir tek ben kaldım geriye. Sahibi de benim bu kilisenin." Kendisinden izin alınıp öyle girilmesini isterdi kiliseye ve hakkıydı da.
1960-65 yılları arasında Diyarbakır'ın Mardinkapı'sındaki Cumhuriyet İlkokulunda birlikte okuduğumuz; Silvanlı Manug Aziz ile Liceli Verkine'nin altı çocuğundan sonuncusu, mahallelim ve ağabeyim Mıgırdiç Margosyan'ın kitaplarında sıkça söz ettiği efsane Papaz Der Arsen'in Artin Ateş adıyla vaftiz etiği Türkiye Ermenileri Patrik Vekili okul arkadaşım Aram Ateşyan'ı "Der Voğormiya-Tanrım merhamet et" ilahisini, aynı anda Dört Ayaklı Minareden yükselen ikindi ezanı ile ilahi sesleri birbirine karışır vaziyette dinlerken, çokluk içinde yalnızlaştım ve Anton Dayıyı düşündüm.
Keşke şimdi burada olaydı da gözü gibi üzerine titrediği kilisesinin bir yıl içinde çatısının usta ellerce kapatıldığını ve görkemli bir törensel eda ile dünya aleme duyurulduğunu görseydi, diyesim geldi. Ama kimseye diyemedim ve bu metne sakladım.
Türkiye Ermenileri Patriği Aram Ateşyan "Her şeyden önce bu kilise benim, çünkü ben buralıyım. Altmışlı yıllarda cemaatimiz o kadar çoktu ki; Pazar ayinlerinde yer kapabilmek için analarımız biz çocukları geceden kilisede yatırırdı" diye anlatıyor.
Surp Giragos adının hikâyesi var. Giragos, Konyalı dul kadın Hugida'nın oğludur. 300'lü yıllarda Hıristiyanlık karşıtı hareketler artınca ana oğul Konya'dan göçüp Tarsus'a yerleşirler. Orda da rahat yüzü görmezler. "Ben Hıristiyanım ve Rab İsa'ya inanıyorum" deyince kendilerini hâkim karşısında bulurlar.
Çocuk ağlayınca hâkim susturmak ister. Kızgın yargıç çocuğu itince çocuk merdivenlerden yuvarlanıp başını taşa çarpar ve ölür. Hıristiyan dünyasında şehit olarak kabul edilince Diyarbakır'daki Surp Giragos dâhil birçok kiliseye ad olur çocuk ve "şehit" Giragos'un adı.*
800'lü yıllardan beri anılan mekânın yerinde kilise olduğu dile getirilse de; şimdiki haliyle 1500'lü yıllarda kadim Amida'nın siciline işlenir Surp Giragos Ermeni Kilisesi. Bakın 1600'lü yıllarda Diyarbekîr'e gelen gezgin Polionyalı Simeon ne diyor kilise hakkında: "Bir gün Surp Giragos Kilisesine gittiğim vakit, kilisenin beş horanının önünde ayrı ayrı ayin yapıldığını gördüm. Orada Vartabet, keşiş ve piskoposlardan başka 25 papaz saydım. Gördüğüm iyi adetlerden biri de şu idi ki, ayin yaptıranlar, bütün ruhanilere kendi rütbelerine göre bolca hediyeler dağıtır ve ayin bittikten sonra onları kendi evlerine yemeğe davet ederler. Yemek hususunda da cömert olan bu insanlar, Lehistan hariç, İstanbul ve Halep'te dahi görmediğim bir surette mükellef sofralar kurar ve çok lezzetli yemekler ikram ederler. Çeşitli kebaplar, börekler ve diğer pahalı yemeklerle beraber ikram edilen koyu ve tatlı Ergani şarabından bir bardaktan fazla içemezsiniz."
Ermeni toplumunun eski dini yapıları içinde beş horanı(mihrap-apsis) ile en büyük ve görkemli kilisesi olma özelliğine sahip Diyerbekîr Surp Giragos Ermeni Kilisesi 1880'li yıllarda ciddi bir yangın geçirir.
Taş dokusunun dışındaki bütün ahşap dokuları o yangında yok olur. İki yıllık bir zaman dilimi içinde tümüyle cemaatin el atmasıyla kilise adeta yeniden yapılır. İşte o yıllardaki harabiyeti paylaşan o yıllardan kalma bir şiir;
"Bin iki yüz doksan sekiz tariğında,/ Ğamiz gecesi haziran onında,
Mahi Receb derler igirmi beşinda, / Şehri Amid'da oldi yanğuni.
Yanğun oldi dediler Küçük Kilisa, / Haklarından gelsun Hazreti İsa,
Yazuğ idi M'Amabar Surp Giragos'a, / Yandi diraglari kalmadi Suni.
Suni paralandi kalmadi dirag, / Kafır olsa insan dayanmaz yureg,
Herkesın elinde kazma ve küreg, / Hakın işitdiler yanğun sesıni.
Sesi işıdan kağdi oyandi, / Kilisa kapısına mahluk dayandi,
Jamgoç, keşiş, papaz heç oyanmadi, / Duymadilar bunın tutuşmasıni.
Tutuşmiş yaniyor yari gecedan, / Alav çığmıyor penceredan, pacadan,
Kurtulmadi içındaki eşyadan, / Ğaçi, taci, inculari, sigıni.
Sigından maada bar güzel çoğtır, / Lus Kerezman'ın menendi yoğtır,
Gümüş kandilların hisabi yoğtır, / Yalanız kurtuldi çüt Surp nişani.
Surp nişan kor etsın iki gözıni, / Hem gözıni, hem belıni, dizıni,
Debbağ Manuğ derler odır muazzini, / Ağıri itırdi bunun izıni.
İzi odırki yağdilar kilisayi, / Hem gaz yaği, hem neft yaği aziayi,
Askarlar, paşalar, meclis azayi, / Yetişdilar söndürmaya nurıni.
Nuri söndurmada kesıldi sular, / Evvelden kurmişlar bu fendi bunlar,
Bir azım kafırlara oldi bu günlar, / Veran ettilar Allahın evıni.
Verana olsın, yansın hanasi, / Arğasında çığsın daham yarasi,
Baykuş kimi ötsın çığmasın sesi, / Sen oldın şeytani, yığtın himıni.
Himi kuran yedi Horan binadi, / Yedi Ğorhurt, tedi sırdır manasi,
Dört Avedaraniç, dört Dıra kupasi, / Evvelisi bir kapısi, uç Nuni."**
1500'lü yıllarda adı Gâvur Mahallesi olarak telakki edilen Ermenilerin, Keldanilerin ve bir miktar da aşağısında Yeni Kapı'ya doğru olan bölgesinde Yahudilerin yaşadığı mahallenin girişine, Akkoyunlu Sultanı Kasım Beg tarafından bir cami yaptırılır, Şeyh Mutahhar Cami. Bir de minaresi vardır caminin dört bazalt sütun üzerine oturtulmuş Dört Ayaklı Minare. Caminin minaresi ile kilisenin çan kulesinin kaderi dört yüzyıl sonra çatışacaktır. Hazır Surp Giragos'u konuşurken ona da değinmek doğru olur.
Surp Giragos Kilisesinin Sahag Şişmanyan tarafından yapılan eski çan kulesi 1913 yılında Avak Şapat haftasında düşen bir yıldırım sonucu yıkılır. Aynı yıl üç kuşak mimari usta olan David Gazaryan tarafından gotik usülde görkemli sekizgen bir çan kulesi inşa edilir Surp Giragos'a.
Kulenin çanı, Diyarbekîr Ermenilerinin hibe ettiği altın ve bakır karışımıyla dökülür. İfade edilir ki; çanın sesi Kırklar Dağının yanıbaşındaki Satî Köyünden bile duyulurmuş. 28 Mayıs 1915 günü şehrin Vali Yardımcılarından Mıgırdiç Çılzadyan tutuklanıp içkaledeki hapishaneye doğru götürülürken çan kulesi de top atışlarıyla yıktırılıyormuş.
Gerekçe Hıristiyan Çan Kulesi "haddini bilmeliymiş", yanıbaşındaki Minareden daha yüksek olmamalıymış. Muhtemelen o yıllardaki yasaların dayandırıldığı İslamın ilk yıllarında oluşan İslam Hukukuna göre Müslüman olmayanların Müslümanlardan daha büyük ve yüksek mekân yaptırmamaları kuralına dayanak oluşturması.***
Evet, şimdi yeni bir çağ "aşımındayız". Artık çok dinlilikten, çok kültürlülükten ve çok etnisiteden söz eden ve bunu bir zenginlik olarak dile getirmeyi garip bir ifadeyle "ulusal" bir zenginlik gibi vurgulayan bir dönemsel durumu yaşıyoruz.
Surp Giragos Ermeni Kilsesi antik yerinde ve coğrafyasında devletten katkı almadan, bütçesinin yüzde otuzunun Diyarbakır Büyükşehir Belediyesince karşılandığı ve diğer kalan kısmının da Ermeni toplumu ve Ermeni Patrikhanesince karşılandığı yeni ve büyük bir restarosyon eşiğinde.
Şimdilik çatısı kapandı. Umuyor ve diliyorum ki, kısa zamanda tümüyle aslına uygun olarak restorasyonu da biter ve eski günlerdeki gibi çan ve ezan sesi sakînleriyle birlikte biribine karışır... (ŞD/EÖ)
* http://www.hyetert.com/yazi3.asp?s=1&Id=700&DilId=1
**Türkiye Ermenileri Patrik Vekili Aram Ateşyan'ın arşivinden
***İslam Devletlerinde Müslüman Olmayanların Durumu, Prof.Dr. Hüseyin G. Yurdaydın makalesi. A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi. Cilt XXVII 1985 Sayfa 97-110
(Adı geçen makale hayli ayrıntılı olarak Necran Hıristiyanlarının Reisi Seyyid ile Psikopos İşu, Hazreti Muhammed ile görüşerek kendisinden bir Ahidname alırlar. Bu ahidnamenin de maddeleri ile paylaşıldığı metin, aynı zamanda Zimmî adı verilen Hıristiyanlar hakkında çok önemli bilgileri de paylaşıyor. Zimmîler, Müslümanlarınkinden ayrı elbise giyecek. Oturdukları evler Müslümanlarınkinden yüksek olmayacak. Çan çalmayacak, yüksek sesle ibadet etmeyecek. Genel yerlerde şarap içilmeyecek, haç ve domuz gösterilmeyecek. Ölüler gizli olarak gömülecek ve arkalarından ağlanmayacak. Ata binilmeyecek. Zimmîlerin saç kesimi Müslümanlarınkine benzemeyecek. Zimmîler silah taşımayacak ve kullanmayacak. Zimmîler ancak süslü olmayan kemerler takabilecek. Binek hayvanları için eyer kullanmayacaklar, gibi...